Bilge babası ile Diyarbakır'a geldiğinde küçük bir kız çocuğuydu. Annesi Bilge'yi dünyaya getirirken ölünce babası onu tek başına büyütmeye karar verdi. Çünkü kızının üveylik duygusunu tatmasını hiç istemedi. Bilge'nin babası Mehmet Öğretmen 6 yıl boyunca kızını tek başına zorluklarla büyütürken asla şikayet etmedi. Tayini Diyarbakır'a çıkınca Çanakkale'den eşyalarını toparlayarak kızıyla yola çıktı. Bilge babasının kucağında mutlulukla yolculuk yaparken babasını soru yağmuruna tuttu.
"Diyarbakır nasıl bir yer? Orada beni severler mi babacığım? Arkadaşlarım olacak mı? Orada deniz var mı? Orayı sevmezsek evimize geri dönelim mi babacığım."
Mehmet Öğretmen kızına sevgiyle sarıldı.
"Devlet bizi nereye gönderirse evimiz artık orasıdır. Seni çok seven arkadaşların olacak kuzum. Sen yeter ki iyi ol tamam mı?"
Bilge heyecanla tekrar sordu.
"Diyarbakır'da deniz var mı babacığım?"
Mehmet Öğretmen saçlarını öptüğü kızına "Ne yazık ki deniz yok kızım. Ama deniz kadar güzel başka şeyler var" diyerek ilgisini başka şeylere çekmeye çalıştı.
Bilge heyecanla babasına sarıldı.
"Gerçekten mi babacığım? Orada anne de var mı?"
Mehmet Öğretmen boğazına takılan yumruyla ağlamamak için kendini tuttu. Güzel karısı kalbinde bir yara olarak kalmıştı hep. Kızına sevgiyle sarıldı. Sevgi'si burada olsa ne olurdu? Kollarının arasında tutsa, kokusunu içine çekse, kızlarını birlikte büyütürken mutlulukla ...
"Babacığım beni dinlemiyorsun, yoksa beni sevmiyor musun?"
Dudağını sarkıtmış dolu dolu gözleriyle babasına bakıyordu Nazlı Bilge'si. Mehmet Öğretmen hemen kızını öptü, öptü, öptü... Bilge gülmeye başladı.
"Babacığım öpücüklerimi bitirme sonra başka kalmaz."
Babası kızına sarılıp "Merak etme öpücüklerin hiç bitmez. Çünkü sen benim kızımsın, mutluluğumsun, sen babanın en güzel şeyisin işte bu yüzden öpücüklerin baban için hiç bitmez" dedi ve kızına Diyarbakır ile ilgili bilgi vermeye başladı. Babasının sesi ninni gibi Bilge'yi uykunun kollarına çekerken Mehmet Öğretmen kızının alnından öperek koltuğa yatırdı.
Mehmet Öğretmen ve Bilge için yolculuk rahat geçti, geze geze Diyarbakır'a varmaları 3 günü buldu. Mehmet Öğretmenin 10 sene önce Antalya'da yolda yürürken aniden yere yığılan adama yardım edip, ailesi gelene kadar refakatçi olmasının yanında hastaneden ilk başta istenen ücreti ödemesi sağlam bir arkadaşlığın temellerinin atılmasına vesile olmuştu. Hasan Ağa o günden sonra Mehmet Öğretmenle bağını asla koparmadı. Çünkü yoldan geçen o kadar insan arasından ona yardım eden ve zamanında müdahale sayesinde çocuklarının babasız kalmamasına vesile olan adama bir can borcu vardı ve ne yapsa ödeyemezdi. o yüzden Mehmet Öğretmenin Diyarbakır'a geleceğini öğrenince taşınma ve ulaşım işlerini büyük bir hevesle halletti. Ne de olsa can kardeşi geliyordu daha ne olsun...
Diyarbakır'a varan Mehmet Öğretmenler önce evlerine gittiler. Hasan Ağa onları karşıladı. Bilge Hasan Ağanın kollarına atıldı.
"Hasan babacığım yaşasın sen buradasın."
Sonra babasına dönerek "Babacığım Diyarbakır çok güzel" dedi.
Bilge'nin mutlu haline gülerek bakan adamlar sarılarak hasret giderdi.
Hasan Ağa "Yol yorgunu anlamam bize gidiyoruz yengen o kadar hazırlık yaptı" diyerek can arkadaşı ve kızını konağa davet etti.
"O zaman yıkanıp hazırlanalım Meryem annem beni koklar."
Kızın söylediklerine gülen Hasan Ağa Bilge'yi sıkı sıkı kucakladı ve öptü.
"Mis kokulu kızım."
Bilge, Hasan Ağa ve karısının zayıf noktasıydı. Hiç sahip olamadıkları kız çocuğuydu Bilge... Oysa Hasan ağanın oğulları Bilge'yi sevmezdi. Babalarının kendilerine göstermediği şefkati bu geveze kıza göstermesi canlarını sıkıyordu. Anneleri ise ayrı bir alemdi her zaman kendi fotoğraflarının olduğu çerçevenin yanına Bilge'nin de fotoğraflarını koyup" Sarı kuzum benim" diye ağlardı. Çocukları annelerinin ağlamasını anlamıyorlardı. Bunun sebebi Meryem Hanımın doğumda kaybettiği kızıydı. Çocuğunun acısı içinde sönmez bir ateşti ve bu ateşi bir nebze de olsa söndürebilen kişi Bilge'ydi ama bunu oğullarına anlatamıyordu ki...Kendisinin evlat hasretiyle Bilge kuzusunun da anne hasretiyle yandığını anlamazdı oğulları. Tok açın halinden gerçekten de anlamıyordu. Hasan Ağa ve Meryem hanım oğullarına karşı her zaman anlayışlı ve şefkatle yaklaşmıştı oysaki. Çocukluk hatıraları silinmeye başlayınca ergenlik bunalımıyla oğulları güzel günleri unutmuşlardı. Bilge sadece altı yaşında olan küçük bir çocuktu. On üç yaşında olan Bekir ve on beş yaşında olan Hüseyin ise bunu anlamaktan çok uzaktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bazı Hatalar Affedilmez! (Tamamlandı)
Ficção GeralBu, bir var oluşun aynı zamanda da yok oluşun hikâyesi... Bu, benim gibilerin korkunç ama gerçek hikâyesi... Bizler var olurken yok oluyorduk. Yok olurken de tekrar var oluyorduk hiç usanmadan... Hayır, kelimesinin anlamını bilerek büyüdüm ben. Hayı...