Sabah saat 2:00'di. Sabah 2'de dışarıda bir hilkat garibesi vardı. Sürekli dışarıda yüksek sesle şarkı söylüyordu. Sesi güzel olsa da kulaklarımı incitecek derecede ayarsızdı. Üçüncü notu yüksek almayı denedikten sonra yataktan kalktım ve dışarı çıkmaya karar verdim. Çıkmadan önce hızla ayakkabılarımı giydim ve paltomu aldım.
Adam rayların üzerinde ileri geri yürüyor, yüksek sesle şarkı söylüyor ve kollarını havaya doğru açıyordu.
Ben: "Ne yapıyorsun?"
Bağırarak sormuştum, adam durmuştu.
Adam bana döndü. Daha önce yaşamadığım bir his hissediyordum. Ağzım aralıklıydı ama hava girmiyordu. Su içmekten tuvaletim gelmesine rağmen boğazım kurumuş gibiydi...
O güzeldi. Sokak lambasının ışığı kahverengi saçlarının üzerinde parlıyordu, kahkülleri neredeyse gözlerini kapatacak kadar uzundu. Yüzü, sarhoş olduğunu açıkça belli ediyordu, içmiş olmalıydı.Adam: "Ah, hey!"
Şimdiye kadar gülüşü bu kadar benzersiz olan biri görmemiştim. Dudaklarını bükmesi bile onun meleğe benzer yüzünü eşsiz yapıyordu. Eşsiz gülüşü beni içine çekerken güzel dudaklarını tekrar oynatarak beni selamladı.
Adam: "Belki şansım olurda bilirsiniz. Acaba bir sonraki trenin ne zaman geldiğini biliyor musunuz? Burada saatlerdir burada bekliyorum."
Benimle konuşurken hala ilerden bir tren gelebilme ihtimaline inandığı için ileriye dönük dolaştırıyordu gözlerini.
Ben: "İlk olarak, tren oradan değil diğer yönden geliyor."
Adama daha da yaklaştım. Devam ettim.Ben: "Ve ikinci olarak bir saat boyunca gelmeyecek. Üçüncüsü, sadece on dakikadır buradasın."
Adam benden daha kısaydı ve inceydi. Ben de pek yapılı sayılmam ama o daha inceydi sanki.
Adam: "Hadi be o kadarcık mı olmuş? Benim için saatler gibiydi!" diye mırıldandı.
Bu defa dikkatimi çeken, aksanınıydı. Adamın akıcı bir şekilde Korece konuştuğu açıktı, sanırım sarhoş olmasaydı aksanı neredeyse farkedilemez olurdu.
Ben: "Neden treni bekliyorsun?"
Sesimi öncekinden daha yumuşak ve yaklaşımcı bir sesle sordum. Gecenin karanlığında rayları bile görmezken, onun üzgün görünen gözlerini oldukça net görüyordum.
Adam: "Güzel, beni Akihabara'ya götürmesini istemiyorum zaten, belli ki..."
Aptal gibi gülüyordu ama gülümsemesi acıydı. Akihabara bir Japon kentinin adıydı. Telaffuzu bu kadar doğal olması her şeyi açıklıyordu. Adamın Japon olduğunu anlamam uzun sürmemişti.
Ben: "Neden ölmek istiyorsun?"
Şimdi ona sorgular şekilde sorular sormam için ne iyi bir zaman ya da yer olmadığını biliyordu. Ama adam hiçbir şey sorgulamadan bana neler olduğunu söyleyecek gibi duruyordu çünkü fazlasıyla sarhoştu.
Ve onu dinlemek istememiş olsam bile, onun evin içine girmesi için ve kendini öldürmemesi için ikna etmem çok fazla zamanımı almayacak gibi duruyordu. Bu yüzden bir an önce yapmak istedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
heroes are around us + yuwin
Fanfictionsi cheng, demiryolunun yanındaki malikanede yaşıyordu. kurgu intihar girişimleri ve deneyimleri içeriyor, lütfen duygusal olarak dengesizseniz veya bu tür şeylere dayanamıyorsanız, eğilimliyseniz lütfen bu kurguyu okumayın. all human au¡ lime / fl...