Gemiler yine, ve sonunda, tüm hızlarıyla okyanusta yol alıyordu. Beş gemi, ‘V’ düzeninde yol alıyorlardı. Louis, baş geminin iskele korkuluklarına yaslanmış ufku izliyordu yine. Antonio’nun nerede olduğunu bilmiyordu. Umurunda da değildi zaten. Şu an daha önemli meseleleri vardı. Magellan, tuttukları seyir defterine el koymuştu. O adada yaşanılanların öğrenilmesini istemiyordu çünkü. Antonio ve Louis de kendi günlüklerini yazıyorlardı mecburen. Adaya geldikleri gece yazdığı sayfa da Louis’in günlüğünde saklı kalmıştı. ‘Ne ilginç’ diye düşündü. Adada Türklerin yaşıyor olabileceğini hiç düşünmemişti doğrusu.
O gece kulübelerine gelen adamlar, yemek vaktinin geldiğini söylemişlerdi İspanyolca. Magellan konuşmaya gitmişti ya zaten kaptanlarıyla, demek ki o zaman söylemişti tayfanın İspanyol olduğunu. Louis de yemek faslı bittikten sonra önce Magellan’ın yanına gidip, bu adamların kim olduğunu öğrenip öğrenemediğini sormuştu. Magellan gereksiz yere lafı uzatıp, konuyu değiştirmeye çalışınca hemen diğer kaptanın yanına seğirten Louis bu şekilde öğrenebilmişti bu adamların Türk olduğunu. Barbaros’un emriyle Cebelitarık boğazını geçip okyanusa açılan bir Türk kaptanıymış. Önce, Avrupalıların ‘Kanarya Adaları’ dedikleri bölgeye gitmiş ama burada fazla durmayıp yeniden yelken açmış. Şimdi de buralarda kendisine bir hayat kurmuş. Adanın batısından dümdüz yola çıkarsa, birkaç günlük mesafede ana karaya ulaşabildiğini de söylemişti. Orada farklı dili konuşan adamlar olduğunu ancak kendilerinin, bir tercüman sayesinde onlarla anlaşabildiğini de eklemişti.
Ne var ki Magellan bu gelişmelerden hiç hoşlanmamıştı. Ertesi sabah erkenden Louis’i uyandırmış ve İspanyol tayfanın isyana hazırlandığını söylemişti. Bir planı da vardı elbette. Adadakiler öğle vakti birkaç gemiyle okyanusa açılacaktı. Kalan adamları etkisizleştirip adadan kaçacaklardı. Adalıların öğle vakti yelken açacaklarını nereden biliyor olduğunu öğrenememişti Louis. Ayrıca plandan hoşlanmasa da bunu söyleyememişti de. Ne olursa olsun, öğle vakti gelince adadaki Türk denizciler gemilerle uzaklaştılar. 250 İspanyol tayfası da kalan elli atmış adamı haklayıp gemilerle uzaklaşmışlardı.
Adadan kalan yegâne şey, Türk kaptanın Louis’e hediye ettiği, etrafı işlemeli pusulaydı. Altın zincire takılı pusulanın zinciri şimdi Louis’in kemerine takılıydı ve pusula da Louis’in parmakları arasında geziniyordu. Az sonra yanına birisi gelmişti. Bu Antonio idi.
“Dostum! Nerelerdeydin?”
“Louis. Lafı gereksiz yere uzatmayayım dostum. Sanırım bir isyan dalgası hızla yayılıyor.”
Ne? Ne demeye çalışıyorsun?”
“Quesada’yı tanıyor musun Louis?” Quesada da kim diye düşündü Louis.
“Hayır. O da kim?”
“Tayfalardan biri. Şimdi etrafında isyan çıkarmak isteyen bir grup adam daha toplamış.”
“Bunu Magellan’a söyledin mi?”
“Dur da dinle. Bu dediğim biz o adaya gitmeden önce yapılmış. Amaçları gemilerden birini alıp geri dönmekmiş. Ama şimdi, yanlarına beş gemimizden ikisinin kaptanını da almışlar ve Puerto San Julian dedikleri bir çeşit yemin grubu kurmuşlar. Az önce, bu adamlardan biri seni ve beni de bu işin içine davet etti. Şimdi sen söyle, ne yapalım?”
“Ben henüz onlardan biriyle konuşmadım, ama sanırım Magellan’a söylemek en doğrusu ve en âdili olacaktır.”
Louis bunları söylerken kamaralardan bir çığlık yükseldi. Bir adam, bir eli karnında olduğu halde kamaralara açılan koridorun kapısından dışarı çıktı. Hemen orada diz çüktü ve yere kapaklandı. Elinin altındaki bıçak yarası ancak o an fark edildi. Adamın arkasından güverteye çıkan kalıplı biri bağırmaya başladı; “Şimdi! Kardeşlerim şimdi! Ya şimdi ya da hiç!”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKYANUSUN ÖTESİNE
Historical FictionYıllar, yıllar öncesine gidin. Deniz yoluyla Hindistan'a ulaşmak isteyen kaptanların zamanına gidin. Dünyayı ilk defa dolaşan kaptanın zamanına. Evet o Macellan. Ve bir örgüt. Dönemin dünya gücü Osmanlı'nın Avrupa'daki gizli eli. Ve bir hanedan, Sic...