Lyon’a sırtını verip beklemeye başlayan Louis bir yandan da uzak köşedeki yabancılara göz attı. Biri yerde hareketsiz yatıyordu. Diğeri hancıyla yumruklaşırken üçüncüsü ortalıkta yoktu. Sonra kendi rakiplerine baktı. En sağdaki cüsseli biriydi. Ortada duran adamın çelimsizliği ön plandaydı ama soldaki adam kılıcını maharetle çeviriyordu. Hançerini sıkıca kavradı. Bir anda sıçrayıp ortadaki adama tekme attı ve cüsseli adamın arkasına geçti. Çelimsiz olan yerde kıvranırken cüsseli adam çoktan yere düşmüştü. Tabii sırtında büyükçe bir kesikle. Ama son adam, kolay pes etmeyecek gibiydi. Louis’e fırsat vermeden peş peşe ataklar yapıyordu. Louis ise her atağı geri çekilerek boşa çıkarıyordu. Adam kısa kılıcıyla seri hamleler yaparken Louis’in ufak hançeri pek kullanışlı değildi. Adam bir hamle daha yaptı ve Louis, yerde yatan birine takılıp yere yuvarlandı. Hançeri düşürmüştü ve kılıçlı adam, ona saplamak için kılıcını kaldırmıştı. Bir anda adamın göğsünden çıkan kılıç onu nefessiz bıraktı. Lyon, sarhoş adamı halledip Louis’in yardımına gelmişti.
“Tam zamanında. Haydi, gidelim buradan“.
Beraber kapıya doğru giderken yabancı adamlardan diğerinin mutfakta olduğunu fark etti Louis. Adam elindeki çuvala para ve yiyecek dolduruyordu.
“Hırsızlık için farklı bir yöntem ha“ dedi kendi kendine. Hızlı adımlarla ahıra gidip atlarına bindiler. “Şimdi dörtnala yola çıksak bir iki saate Madrid’e ulaşırız“ dedi Louis.
Gerçekten de bir saat sonra Madrid şehrinin ışıkları göz alıcı bir şekilde parlayarak onları karşıladı. Bir süre sonra dış hisar kapısına ulaştılar. Ama bir sıkıntı vardı. “Arap tüccarlar olmalıydık. Ama üstümüz başımız kan revan. Ne yapacağız usta?“ dedi Lyon. Handa üç korumayı yere serdiğinden beri ona usta diyordu. “Bu gece içeri girmemiz gerek. Gel. En yakındaki handan bir şeyler ayarlarız.“
İki atlı, en yakındaki hana gittiler. Tabi kapıdan girer girmez tüm gözler üzerlerine çevrildi. Neyse ki Louis, hancıya birkaç altın vererek ikiliyi görmezden gelmesini sağladı. Az sonra ikisi de yeni kıyafetlerle Madrid dış hisar kapısına doğru yola çıktılar.
Kapıdan sorunsuzca geçtikten sonra şehir meydanına gidip banklardan birine oturdular. “Az sonra birileri parolayı söyler. Bizi izliyor olmalılar.“ dedi Louis. Gerçekten de az sonra bir fısıltı geldi.
“Yaşayanların kalbi ölüyse ne olur?”.
“Ölülerin kalbi yerlilerinde, yaşayan ölüler nereye?”.
“Beni takip edin”.
Louis ve Lyon, önden giden pelerinli adamı takip etmeye başladılar. Meydanın solundaki merdivenlerden ilerleyerek ara sokaklardan birine geçtiler. Öndeki adam birden durdu. “Saklanın” Lyon’u kolundan tutup bir kapı boşluğuna çeken Louis, adamın nereye gittiğini göremedi ama az sonra altı kişilik bir asker grubu yanlarından geçip gitti. Adam da karşı sokakta beliriverdi. Karanlıkta hâlâ yüzü görülmüyordu. Yola devam ederken konuşmaya başladı; “Adım Kadir, ama beni El-Kadara olarak tanıyorlar burada. Tek kişi gelmeni bekliyorduk.”.
“Evet tek kişiydim. Ama Hayreddin reis yanımda bir kişi daha olmasını uygun buldu.”.
“Magellan’ın yanına da gidemez, öyle değil mi?”.
Louis göz ucuyla Lyon’a baktı. Zavallı çocuk, konuşulanları anlamıyordu çünkü ikisi de fark etmeden Latince konuşmuştu. Lyon’a döndü ve Arapça konuşmaya başladı Louis; “Senin görevin buraya kadar Mehmet, bundan sonrası için seni tehlikeye atamam.”.
“Ama beyim, Hayreddin reisim beni size sizi de bana emanet etti. Yanınızdan ayrılamam.”.
“Ayrılmak zorunda, bir gece yanımızda kalır, yarın Cezayir’e geri göndeririz” dedi El-Kadara. Yol boyunca daha konuşmadılar.
“İşte geldik.” dedi ve kapıyı açıp içeri girdi. Burası küçük ve fakir görünüşlü bir evdi. İspanya İmparatorluk Sarayının arka tarafında kalan bu ev, iç hisarın da dışındaydı. Louis önündeki koltuğa yavaşça otururken Lyon hâlâ etrafa bakınıyordu. El-Kadara elinde iki bardakla mutfaktan çıktı.
“İçin, bu gece misafirsiniz.”.
“Magellan’ı tanıyor musun?” fark etmeden yine Latince konuşmaya başlamışlardı.
“Hayır, ama seni ona götüreceğim.”.
“Peki, kim bu adam, hiç duymadın mı?”.
“Aslında Kral Şarlken’in adamı. Daha önce Portekiz kralı 3.Joao’nun gemilerini komuta etmiş. Hatta Hint denizinde Osmanlı gemilerini yenip kesin zafer kazanan gemilerden bir kısmı onunmuş. Ama sonra…”
“Evet biliyorum, Fas’ta savaşmış falan. Şimdi de kral Şarlken’in adamı ha.”
“Aslında Şarlken de pek hoşnut değil. Adam tam bir kâşif. Sürekli yenidünyaya gitmekten, hatta dünyayı dolanıp Hindistan’a gitmekten bahsediyormuş. Belki de kral, onu başından savmak için birkaç gemiyle gönderebilir.”
“Yarın öğreniriz. Lyon’u uygun bir şekilde geri gönderirsin. Ben sabah erkenden çıkarım.” dedi Louis ve El-Kadara’nın gösterdiği yatağa kıvrıldı. Sabah erkenden kalkıp Magellan’ı bulması gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OKYANUSUN ÖTESİNE
Fiction HistoriqueYıllar, yıllar öncesine gidin. Deniz yoluyla Hindistan'a ulaşmak isteyen kaptanların zamanına gidin. Dünyayı ilk defa dolaşan kaptanın zamanına. Evet o Macellan. Ve bir örgüt. Dönemin dünya gücü Osmanlı'nın Avrupa'daki gizli eli. Ve bir hanedan, Sic...