Bacağıma saplanan okun ağrısı hala devam ediyordu. Yanma hissi gibi bir acı vardı bacağımda. İki kolumdan tutup sürükleyen adamlara baktım. Arkaları dönük olduğu için yüzlerini göremiyordum. Eğer haydutlarsa yolun sonuna gelmişim demekti. Ancak soldaki adam diğerine "Çok yoruldum, şurada biraz dinlenelim." dedikten sonra durduğumuzda anladım haydut olmadıklarını. Bunlar Treyside şehrinin muhafızlarıydı. Bu da başkente bir şehir uzaktayım anlamına geliyordu. Beni bıraktıklarında uyanık olduğumu gördüler ve "Hey! Sen iyi misin?" diye sordu uzun, mavi gözlü adam. Miğferi olduğu için yüzünün kalanını göremedim. Ona kısık bir sesle: "Atım.. Şövalye.. Onu almam lazım" dedim. "Atının yerini söyle, senin yerine biz alalım dostum" dedi kömür gibi siyah gözleri olan muhafız. Aklımda bir kaç soru vardı, onları sorarak başladım; "Neredeyiz biz? Siz kimsiniz? Beni neden götürüyorsunuz?.." Mavi gözlü muhafız usulca miğferini çıkardı ve konuşmaya başladı: "Adım Dothros, doğudan, Aerhold'dan geliyorum. Biz Treyside şehri muhafızlarıyız. Seni acilen bi hekime götürmemiz gerekiyor, o lanet haydut oku çok sağlam saplamış."
"O sadece genç bir çocuktu, belkide daha yeni katılıyordu gruba. Ölürken bana bir şeyler fısıldadı."
"Ne dediğini hatırlıyor musun?"
"Maheoras Khales dediğini hatırlıyorum."
"Bu ejder dilidir. Az çok öğrenmiştim. Özür dilerim anne demiş sanırım."
"Çocuk belki de annesini kurtarmak için girmişti bu işe" dedi kömür gözlü muhafız. Başımızla onayladık. Dothros, atım Şövalyeyi almak için Kokarca Tavernası na doğru yola çıktı, biz ise Treyside'a doğru yolumuza devam ettik. Bir süre boyunca sessizce yürüdük. Daha sonra dayanamayıp ona kendi hikayesini sordum. Adı Mertys, o da Dothros gibi Aerhold'dan geliyor. Yolculuğa ayrı çıkmışlar ve yolları Aerhold'da birleşmiş. Aynı yerden geldiklerini öğrenince ise çok yakın arkadaş olmuşlar. Mertys bu şehirde birini bulup evlenmiş, hatta bir oğlan çocuğu varmış. O bunları anlatırken yanımızdan bir tavşan geçti. Mertys tavşan avlamakla ilgili bir hikayesini anlattı. Konuşmayı seven biri olduğu belliydi ama ben bu adamı dinleyemeyecek kadar yorgundum. Neyse ki şehir o kadar uzakta değildi. Bu büyük şehir devasa surlarla örtülmüştü. Burası böyleyse başkent ne kadar büyüktür diye aklımdan geçirdim. En kötü ev bile iki katlı, bahçelerde ağaç dolu, yeşil alanlar sarı ve mavi çiçeklerle süslenmişti. Sokaklarda çocuklar koşturuyor, yaşlı adamlar yanlarındaki insanlara gençliğini anlatıyordu. Erkekler genç kızlara kur yapıyor, onlarda buna cevap veriyordu. Yolumuzun üstündeki geniş meydanda insanlar meyve, sebze, et ve aksesuar satıyordu. Aralarından öylece geçip gittik. Şehirdeki en büyük binaya geldik. Burası çok geniş ve uzun bir kale gibiydi. Hemen buranın kralın soytarılarından birinin olduğunu anladım. Kont III.Reantis...
Devasa kapıyı kapı muhafızları açtı. Mertys ve ben yavaş yavaş ilerlemeye başladık. Mertys heyecanlıydı. Sonuçta koskoca şehrin, daha doğrusu kendi muhafızlığını yaptığı şehrin yöneticisi ile görüşüyordu. Kont sandalyesinde oturuyordu. Adeta bir kral havasına girmişti. Son derece şişman, orta boylu, kısa ve siyah saçlı bir adamdı. Her fırsatta göbeğini kaşıyordu. Sakin ve kibirli bir şekilde "Öne çık, muhafız. Konuşmaya başla" dedi. Mertys ani bir hareketle, birazda heyecanla öne çıktı. Titrek bir sesle "Bu yolcuyu şehrin yakınlarında bulduk efendim. Bir haydut öldürmüştü" . Kont bir kahkaha attı "Haydut mu? O şerefsizlerden birini hakladın demek. Muhafız sen çekilebilirsin."
Mertys dışarı çıktı. Artık sadece kont, ben ve on küsür koruma vardı içerde. Kont'un bakışları bana çevrilmişti. "Anlat bakalım delikanlı, neler oldu? Nasıl öldürdün haini?"
Ona olanları anlattım, ama gözüne girebilmek için tereddüt etmeden kılıcı soktuğumu söyledim. Nasıl kanlar fışkırdığını anlattıkça lanet adamın yüzü hayranlıkla bana baktı. Hikayemin sonunda yine iğrenç bir kahkaha attı ve yanındaki korumaya "Bu adamı alın ve tavernanın en güzel odasını verdirin. O bizim misafirimiz. Onu en güzel şekilde ağırlatın. Genç adam, Aerhold'a hoşgeldin."
Kaleden çıktıktan sonra muhafıza biraz şehri gezeceğimi söyledim. Bana tavernanın yerini tarif etti ve girdiğimde Kont gönderdi dememi söyledi. Başımla onaylayarak ondan uzaklaştım şehir gerçektende güzeldi. Yollarda köpekler geziyordu. Etrafıma bakınıp yürürken arkadan gelen sese kulak verdim:
"Hey genç adam, kılıç kullanabilmek ister miydin?"..............
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaşçı: Uzun Yolculuk
FantasiBazıları tarih yazar, bazıları tarih olur. Benim görüşüme göre tarih kitaplarıda bi gün kaybolur. Ben adımı tarihe kazımaya geldim !