Mutlu biten bir gecenin ardından sabahın hüznü erken çöktü üstüme. Babamın acılı ve gürültülü öksürüklerine karşı gözlerimi açtığımda evin içinde koşuşturup onun yanına gittim. Alkol vb. bir şeyler kullanmazdı. O yüzden böyle öksürmesi beni çok korkutmuştu. Hızlıca 10 katlı apartmandan çıktık. Arabayı hızlı ve dikkatli kullanmaya çalışırken aynı anda da yarı baygın, ter içinde kalmış babama bakıyordum. Bu ilk defa oluyordu. Genelde ben atak geçirdiğimde babam böyle telaşlanırdı. Alışık olmadığım bu korkuyla birlikte hastaneye gidebilmiştim.
☄️
Doktorlar onu odaya aldıklarında evi hastaneye yakın olduğu için James'i aradım. 10 dakika sonra James gelmişti ama babam hala içerdeydi. Kimse gelip bir şey söylemiyordu.
"Merak etme Trec. O iyi olacak." dedi.
Ağlamaktan kızaran gözlerim yanmaya başladığı sıralarda biri sırtıma dokundu. Kafamı kaldırdığımda elindeki suyu bana uzatan Steven'ı gördüm.
"Haber verdiğin için sağol James." dedi. James kantine bir şeyler almak için gittiği sıralarda sonunda doktor içeriden çıktı. Koşarak yanına gidip kolunu sıkmaya başladığımda omuzlarımda bir sıcaklık hissettim. Steven doktora sorular sorarken aynı anda da omuzlarımı ovuyordu. Bu bana büyük bir desteğin arkamda olduğunu hissettirdi. Doktorsa röntgen çekmek için kendine gelmesini beklediklerini söyledi. 1 saat sonra onu odaya aldıklarında onu kısa bir süreliğine görebileceğimi söylediler. Odaya girdiğimde uyuyordu. Sürekli "Milen" diye tekrarlıyor, anlayamadığım bir şeyler söylüyordu. Buğday tenli olmasına rağmen karşımda pamuk kadar beyaz biri duruyordu. Aralarında beyazlıklar olan kısa siyah saçları iyice dağılmış, birbirine karışmıştı. Yavaşça saçlarını okşadıktan sonra hemşire beni odadan çıkardı. Giydirdikleri naylon kıyafetleri çıkardım ve kapının arkasında beni bekleyen James ve Steven'a doğru yürümeye başladım. Ağlamaktan yorulmuştum. Halsizleşen bacaklarım bedenimi zor kaldırıyordu. James'in yanına oturduktan sonra duvara yaslanmış karşımda dikilen Steven'da göz ucuyla bana bakıyordu. Doktor eve gidip dinlenmemi söylemişti ama onu yalnız bırakmak istemiyordum. Bir süre sonra haber verdiğimi unuttuğum babamın kız kardeşi Pearl geldi.
"Nasıl oldu? O iyi mi?" gibi sorular soruyordu. Çok telaşlandığı belli oluyordu. James onu sakinleştirirken Steven yanıma oturdu.
"İstersen seni birkaç saatliğine kaçırabilirim. Hem bir şeyler yersin."
Harfleri telaffuz edebilecek kadar bile gücüm kalmamıştı. Kafamı yavaşça kaldırıp onun omzuna koydum. Pearl James'le birlikte yanımıza geldiğinde sakinleşmiş gibi duruyordu.
"Onun yanında ben kalırım. Sen git ve biraz dinlen. Bir şey olduğunda sana haber veririm merak etme." dedi. Pearl tek başına yaşıyordu. Genç ve güzel olmasına rağmen evlenmemişti. Kendi ayakları üstünde durabilen güçlü bir karakterdi. Annemden yani Milen'den dolayı babamla araları biraz açıktı. Benide sevmezdi zaten. Ama ona güvenebileceğimden emindim. Birkaç saat sonra babama eşya getirmek için geri geleceğimi söyledim ve hastaneden çıktık.
☄️
James araştırma merkezine döndü ve işleri yetiştirmeye çalışacağını söyledi. Steven'a "Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Yüzüne güneş vurduğu için parlayan yeşil gözleriyle masumca güldü. "Bana güvenmiyor musunuz yoksa hanımefendi?" dedi. Sanki kendisine yeni oyuncak alınan çocuk kadar neşeliydi. "Neden gülüyorsun?" dedim. O sırada arabayı meyve ağaçları olan ormanlık bir alana çekti. "İşte geldik. Buraya herkesi getirmem bak ona göre." dedi. Hızlıca arabadan indi ve kapımı açtı. Yürürken bir yandan da telefonumu kontrol ediyor, babamı düşünmeden edemiyordum. Kafamı çevirdiğimde Steven kiraz ağacının altında oturmuş bana bakıyordu.
"Karanlıklar prensesimiz güneşin altında bile güzel." dedi. Bu biraz bile olsa gülmeme neden olmuştu. Yanına oturduğumda koluyla yavaşça başımı omzuna koydu.
"Teşekkür ederim."
"Ne için?"
"Beni mutlu ettiğin için. Böyle bir zamanda bile-"
Damarlı, büyük elleriyle beni susturdu. Gözlerine her baktığımda orada kayboluyordum.
"Anın tadını çıkar. Şu an tam olarak ormanın kalbindeyiz. İkimiz..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA BOŞLUK
Science FictionUzayın derinliklerinde kaybolan karanlık bir aşk... Sesin yayılmadığı bu ortamda kalplerinin ritimlerini hissediyorlardı. Uğruna her şeyin heba edildiği o karanlığı bulmuşlar mıydı? Peki ya aşkı? Aşkını bunca yıldır savaştığı bu karanlığa tercih mi...