Otobüsle eve döndüğümde hızlıca küçük bir çanta hazırladım ve arabaya yerleştirdim. Arabayı tam çalıştıracakken radyonun üstündeki küçük rafa koyduğum telefonumun bildirim ışığının yandığını farkettim. Mesaj atan Steven'dı. "Senin o karanlık dediğin şey artık benim hayatım. Ben o karanlıkla yaşamayı öğreneceğim. Gerekirse içinde boğulup öleceğim. Ama bunu birlikte yaşayıp öğreneceğiz. Sen ve ben. Biz..."
☄️
İşte yine yapmıştı. Bir mesajla bile beni mutlu edebiliyordu. Ona cevap olarak "Kim bilir... Belki bu karanlık bizim sonumuz değil de başlangıcımız olacak." yazdım. Sanırım en doğrusu buydu. Beynim bunu reddetse de kalbimin haklı olduğuna inanmak istiyordum. İşte sanırım bunun adı "umut"tu. Bu tıpkı uçamayacağını bilmesine rağmen bir penguenin kanat çırpmasına benziyordu. Belki insanları ayakta tutan şeyde buydu...
☄️
Telefonu küçük rafa geri koyup yola çıktım. 4 saat süren yolculuğumda uzun uzun ne söyleyeceğimi düşündüm. Ama bu beni germekten başka bir işe yaramadı. New York'a geldiğimde Washington'a geri dönmeyi düşünüyordum. Ama bu son istekti... Milen'in tek katlı, küçük bir bahçesi olan evinin tam önünde duruyordum. Tahta basamakları yavaşça çıktım ve kapıyı çaldım. Bunu yapması bile benim için çok zordu. 2 dakika sonra kapı açıldı ve açan kişi küçük bir çocuktu.
"Merhaba. Ben şey- Milen burada mı acaba?"
Çocuk kapıyı aralık bırakarak içeri girdi. Ne yapıyordum ben. Kafayı yemiştim sonunda! Burada olmam bile bir saçmalıktı. 5 dakika sonra kapıda bir kadın belirdi. Küçük çocuksa onun bacağına sarılmış bana bakıyordu.
"Trecy? Ay inanamıyorum ne kadar büyümüşsün." dedi ve sarıldı genç kadın. Onun Milen olmadığına emindim. Sarışın, kahverengi gözlü kadını tanımıyordum.
"Ben annenin en yakın arkadaşıyım canım. Bella teyzen."
Kadını hala hatırlayamamıştım. Ama eğer yerine getirilmesi gereken bir istek varsa onu hatırlamış gibi yapmalıydım.
"Evet şimdi hatırladım Bella teyze." dedim ve yapmacık olduğu 10 km öteden anlaşılan bir gülüş attım.
"Bak bu Cavin. Benim oğlum."
En fazla 6 yaşında görünen küçük cılız çocuk bana el salladıktan sonra içeri girdik.
"Milen nerede?"
"Onun biraz işi vardı canım. Sana bir şeyler getireyim. Zaten o da gelmek üzeredir."
Onu başımla onayladıktan sonra amerikan mutfaklı küçük evi incelemeye başladım. Duvarlarda ve masalarda benim küçüklük fotoğraflarımdan fazlası vardı. Muhtemelen bu fotoğrafları ona babam gönderdi. Yarım saat içeride boş boş bakınarak oturduktan sonra çalan kapının sesiyle yerimden sıçradım. Bu kesinlikle Milen'di. Ses tonunu bile hatırlayabilmiştim. İçeri girdiğinde donup kalmıştı. Bende sadece oturduğum yerden hızlıca ayağa kalktım. Sanki ayaklarım beni bırakıp kaçacakmış gibiydi.
"Hoşgeldin. Seni beklemiyordum." dedi. Bense hiçbir şey söyleyememiştim.
"Bir sorun yok değil mi? Her şey yolunda mı?"
"Hayır. Her şey yolunda değil. Bak Milen son istek olmasa buraya gelmezdim ama-"
"Son istek? Sen iyi misin?"
"Ben gayet iyiyim. Sadece gitmemiz gerek, Washington'a."
Şaşkın bakışları kelimelerin önüne geçmişti. Bella ise orda sadece bize bakıyordu. Bir süre aynı şekilde kalakaldık.
☄️
"Bella sen bence bir Caven'e bak." dedi. Bella gittikten sonra yanıma geldi ve ellerimi avuçlarının arasına alarak yanıma oturdu. Sanki onunla yıllardır birlikteymişiz de ciddi bir konuşma yapacakmışız gibi hissetmiştim. Boğazını temizledi ve "Sorun ne Trecy? Neler oluyor?"
Acaba hangisinden başlasaydım; Dünya'nın yok olduğundan mı, yoksa babamın hastalığından mı... Derin bir nefes aldım ve "Sana ihtiyacı var. O-... O hasta. Beyninde çok fazla sayıda glial tümörlerden var. Hayatta kalma şansı neredeyse yok. Ameliyat olur mu onu bile bilmiyoruz. Ve o seni sayıklıyordu. Bırakıp gitmene rağmen."
Kafasını yavaşça önüne eğdi.
"Seni ona götürmem gerek. Gelmek zorundasın. İstemesen bile!"
17 senenin pişmanlığını yaşıyor olmalıydı. Ayağa kalktı ve 15 dakika kadar sonra elinde küçük bir çantayla geri döndü. "Ben hazırım." dedi ve kapıya doğru yöneldi. Yola çıktığımızda 10 dakika kadar süren sessizliği bozma kararı aldım.
"Pişman mısın?"
"Neden?"
"17 yıl boyunca bir kere bile aramadığın için."
"Aslında aradım. Ama baban... O bana çok kızgındı. Ve bunun adı pişmanlık değil. Çaresizlik. Sevdiğin insanı onca zaman sonra böyle görmek..."
"Bunu sen istedin. Gitmek zorunda değildin."
Sessizlik beni daha da sinirlendirmişti. Camları açıp derin bir nefes aldık. İkimizde.
"Sen gittikten sonra babam hep o saçma sapan küçücük gözlem evindeydi. Onu ne hale getirdiğinin farkında bile değilsin!"
"Baban sen daha doğmadan önce benden bir seçim yapmamı istemişti. Ben tabiki o karanlığı seçtim, ama gidemedim. Sen hayatımıza girdikten sonra bu sefer işimle ailem arasında bir seçim yapmak zorunda kaldım. Bu seçime beni zorlayan şey yine uğruna yıllarımı verdiğim o karanlıktı. Ve ben yine onu seçtim. Bu bir hataydı belki ama insanlığı kurtarabiliriz."
" Bunu yapamayız. Bir uzay gemisi kalkacak. Zamanı belli değil ama içinde yeterli sayıda insan habibatı oluşturulabilecek kadar yumurta var. Biz burada kalacağız ve kuraklık tamamen üstümüze çökene kadar ölmeyi bekleyeceğiz. Olacak olan şey bu!"
☄️
Yol boyunca ikimizde bir daha konuşmamıştık. Hastaneye ulaştığımızda bizi yine Pearl karşıladı. Milen'le aralarındaki ölümcül bakışmadan sonra odaya girdik. Babam yüzündeki öfkeyi bastıran gülümsemesiyle" Sana güvenebileceğimi biliyordum Trec." dedi. Bu kısım onların yalnız konuşacağı kısım olmalıydı belki ama ne Pearl ne de ben odadan çıkmama konusunda kararlıydık."
"Kaç yıl oldu Milen?"
"Gittiğimden bu yana 17 yıl geçti."
"Vay be. O 17 yılın sonucu böyle dandik bir buluşmaymış demek ki." dedi ve kahkahalı bir şekilde güldü. Pearl'in sinirleri bozulmuş olmalıydı ki odadan çıktı. Ben burda durma konusunda kararlıydım.
☄️
5 dakika kadar sessiz kaldılar. Milen tam lafa atılacakken kapı çalındı. Hemşire ya da hizmetli olduğunu düşündüm. Ama içeri giren James'di.
"Böldüğüm için üzgünüm. Geldiğinizi Pearl haber verdi. Trecy, sanırım konuşsak iyi olacak." dedi. Bu kırmızı alarmdı.
"Hadi. Gitmemiz gerek."
"Nereye?"
"Rose'un çiftliğine."
Arabaya bindiğimizde James'in çılgınlar gibi kullanması sayesinde 1 saatte oraya varmıştık. İçeri girdiğimizde Steven ortalarda görünmüyordu.
"Tecy döndün demek."
"Evet. Ama Steven'a ulaşamıyorum."
"Ah evet. O gitti."
"Ama daha 3 gün izni vardı. Sizi bırakıp gitmesi garip."
"Bir arkadaşı gelmişti. Onunla buluşacaktı. Belki biraz da kafa dinlemek istedi. Her neyse şimdi daha önemli bir işimiz var. Kurtarılacak bir popülasyon var değil mi?" dedi. 3 saat boyunca milyonlarca olasılıkla boğuştuk.
☄️
Eve geldiğimde aklım hala babam ve Milen'deydi. Steven için endişeleniyordum. Onu tekrar aradım ama aramalarımı cevaplamıyordu. Valarie'yi arayıp Steven'ın evinin nerede olduğunu sorabilirdim. Ve bunu yaptım da. 15 dakika sonunda apartmanın önündeydim. Şimdi ne yapmam gerekiyordu? Gitmeli miydim?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARA BOŞLUK
Science FictionUzayın derinliklerinde kaybolan karanlık bir aşk... Sesin yayılmadığı bu ortamda kalplerinin ritimlerini hissediyorlardı. Uğruna her şeyin heba edildiği o karanlığı bulmuşlar mıydı? Peki ya aşkı? Aşkını bunca yıldır savaştığı bu karanlığa tercih mi...