yedi

401 50 19
                                    

saat geçiyordu; zaman akıyordu. 

emir, kolundaki saate baktığında istemsizce ofladı. gözleri denizde dolaştı. iskeleye, sıla'nın onu her zaman beklediği o uçta oyalandı. 

ama sıla gelmedi.

bekledi, bekledi ve bekledi.

gelmedi.

sıla başını pencerenin pervazına yaslarken gözleri yarım yamalak gördüğü denizdeydi. 

"gitmeyeceksin sıla, o herifi unutacaksın!"

babasının iki saat önce ettiği laflar kulağındaydı hâlâ. gizli gizli çıkmaya çalışmıştı fakat yakalanınca bu odaya tıkılmıştı işte. 

emir'in gözleri hafiften dolmaya başladı.

"gelmeyecek misin cidden?" dedi fısıldar gibi.

"baban mı izin vermedi?"

sorular boşaydı. kendi kendine konuşuyordu.

"gelemedim emir, özür dilerim." diye fısıldadı sıla da.

"babam izin vermedi. kaçmaya çalıştım, yakaladı. özür dilerim."

emir bunu hissetmiş gibi buruk gülümsemesiyle başını hafifçe yukarı aşağı salladı.

"sorun değil güzelim. sorun değil de keşke görseydim son kez gülümsemeni..."

"emir'im... can'ım... keşke izleseydim seni giderken. el sallayışını görseydim."

keşke.

emir ağlamamaya çalışsa da gözleri dolmuştu bile. elinin tersiyle gözlerini sildi ve gemiye yöneldi.

sıla tutmadı kendini. ağladı, çığlık attı. tek istediği onu görmekti. emir'i.

emir gemiye bindi; limandan uzaklaştı.

sıla tüm gün o odada tavanı izledi. gözlerini kapattığında emir'i görüyordu.

bu sefer karanlıkta gülümsemiyordu.

bu sefer hasret olduğu gözlerinin hüznünü görüyordu.

gömleğimin cebi gönlümü saklar 

aman yüreğin yan yolları var 

bi' şekilde seni buluyor 

ne yapayım ay

beni uğurlaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin