4. BÖLÜM

410 58 12
                                    

Geçmişimden kaçıyor olmam benim hatam değildi. Sonuçta çok önceden öğretmişlerdi, "İnsanın geçmişi ve geleceği farklıdır." diye. Bana hiçbir zaman, saklandığım geçmişin beni sobeleyip geleceğim için hesap soracağını söylemediler. Bence bu, onların hatası.

  Sonunda başarmıştım. Tam üçüncü denememde evin kapısını açabilmiştim. Ve bu sayede kafede oturup yalnızca düşünmenin bile beni fazlasıyla yorduğunu bir kez daha anlamış bulundum.

  Evin karanlık koridorunu büyük bir aceleyle aydınlattım. Karanlıkta kalmamalıydım. Ardından mutfağa yönelip onun da ışığını açtım. Işığını açar açmaz da duvar saatine kaydı gözüm. Saat sekizi on üç geçiyordu. Duş almak ve biraz olsun rahatlamak için geç bir saat olmadığını düşünüp öncelikle bir bardak su içtim ve yatak odama gidip kıyafetlerimi ayarladım. Banyoya girdiğimde de olabildiğince hızlı bir şekilde duş aldım. Banyodan çıktığımda saat sekiz buçuğu biraz geçmişti. Henüz uykum gelmiyordu. Zaten çoğu zaman on ikiyi de geçerdi yattığımda. Bu yüzden biraz da balkonda oturmaya karar verdim. Balkon kapısını açar açmaz da serin havayı hissettim. Aslında mayıs ayındaydık. O yüzden hava çok da soğuk değildi ama akşam saatlerinde serin oluyordu. Bir de ıslak saçlarla balkona çıkmış olmam oldukça üşümeme sebep oluyordu. Biraz daha balkondaki sandalyelerden birinde oturduktan sonra içeri girmem gerektiğine kendimi inandırıp balkon kapısını kapatarak yatak odamın hemen yanındaki televizyonun bulunduğu odaya gittim.

  Burası evin en büyük odasıydı. Karşılıklı konulmuş iki tane, üçlü klasik tarzda kanepe vardı. Renkleri koyu yeşildi. Her ikisinin de kenarında bulunun küçük yastıklar ise hardal sarısı rengindeydi. Odanın kapıya en uzak kısmında ise kanepelerin yastıklarının renginde yani hardal sarısı iki koltuk vardı. Bu iki koltuk da karşılıklıydı ve yastıkları yoktu. Aralarında açık kahverengi yuvarlak bir masa, arkalarında ise yuvarlak bir pencere vardı. Fakat pencere diğer odalardan farklı olarak tahtaydı ve boyutu biraz daha küçüktü. Bu iki koltuğun hemen karşısında ise duvara montelenmiş büyük ekranlı bir televizyon bulunmaktaydı. Koltukların ve kanepelerin tam ortasında bulunan büyük dikdörtgen sehpa ise koltukların arasındaki küçük sehpayla aynı tondaydı. Bu büyük sehpanın üstünü küçük sehpadan farklı olarak, çeşitli objelerle doldurmuştum.

  Odanın tam ortasında küçük bir basamak bulunmaktaydı. Bu odada beni asıl kendine çeken basamağın diğer tarafıydı. Benim isteğim üzerine tasarlanan bu kısımda, koca bir duvar boyunca uzanan bir kütüphane ve kütüphanenin biraz yanında hemen hemen duvarın yarısını kaplayan bir şömine vardı. Ancak mevsimin uygun olmamasından dolayı sönmüştü. Bu odanın diğer odalara nazaran daha sıcak bir havası vardı. Çünkü bu odada diğerlerinden farklı olarak daha pastel boyalar hakimdi ve yer kısmı da ahşapla kaplıydı. Bu oda, özellikle de şömine ve kütüphanenin olduğu kısım insana bir dağ evi olduğu izlenimi veriyordu. Sanki dışarı çıktığında seni boy boy ağaçlar ve sararıp bir sonbaharda dökülmüş olan sarı yapraklar karşılayacak gibiydi. Sanki o yapraklara bastığında çıkan ses, yol boyu kulağındaki müzik olacak gibiydi.

  Neredeyse iki aydır hiçbir kitap okumadığım aklıma gelince kütüphanenin yanına yaklaşıp bir kitap seçmeye karar verdim. Fakat o sırada orta sehpada bulunan telefonuma bir bildirim sesinin gelmesi telefonun olduğu yere doğru gitmeme sebep oldu. Telefonu elime alıp tekli koltuklardan birine oturduğumda telefonun yan tuşuna basarak ekranı açmıştım bile. Burcu'dan bir mesaj gelmişti. Mesaj kutusuna girerek isminin olduğu yere basıp gelen şu mesajı içimden okumaya başladım. "İyi akşamlar Ömür. Müsait değilsindir veya uyuyorsundur diye seni aramadım. Sen çıktıktan sonra Fırat'la konuştum. Her ne kadar zaman kaybı olarak görse de izin verdi. Yarın bakarız birlikte. İyi geceler."Fırat'la konuştuğu konunun ne olduğunu sormadım çünkü anlamıştım.

LALHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin