Uzun saatler boyunca hastanede duruyorum, sevgilimi bekliyorum. Doktorlar hiçbir şey söylemiyorlar durumuyla ilgili. Delireceğimi hissedebiliyorum.
Bana öğrenmem gereken her şeyi öğrettikten sonra hiçbir şey yapmamış gibi çekip gidemezsin, sevgilim...
Benim karanlıkta konaklayan kalbime, asla başka renge bürünmeyen siyahına beyaz rengi ekleyip, siyahı beyaza dönüştürünce çekip gidemezsin, o beyazın tekrar siyaha dönmesine izin veremezsin. Kalbimi de seninle götüremezsin.
Seni kaybetme korkusuyla o kadar dolup taşmışım ki, görüyorsun değil mi sevgilim? Korkak bir bebek gibi ağlıyorum yine.
Ama sen gitme yeter. Yine iltifatlar yağdır bana.
Bilmiyor musun, bana öğretmediğin tek bir şey kaldı...
Kendini öğretmedin bana. Seni bilmiyorum ben. Tek bildiğim, hayatıma giren, umutsuz kalbime umut tozları serpiştiren, Taehyung isimli, kalbine mor renk hakim olmuş bir mucizesin sen...
Gitme Taehyung, bırakma sevgilini burada. Terk etme onu karanlığa...
1 hafta geçti. Bana sonsuzluk gibi gelen ama mor değil de hiç bilmediğim bir renk olan bir sonsuzluk bu...
Deliriyorum. Ellerinin inceliğini özlüyorum. Özlemden çıldırıyorum. Hala bir şey söylemiyorlar bana, Taehyung... İçeri girmeme de izin vermiyorlar...
Ama uzun süre sonra nihayet kapının açıldığını hissediyorum yanımdaki hava akımıyla.
Oraya doğru dönüyorum. Hemen birinin kolunu tutuyorum. Ellerimle bir şeyler anlatmaya çalışıyorum. Anlamıyorlar beni Taehyung! Onlar beni umursamadan gitmeye başlıyorlar. Bir doktorun koluna yapışıyorum. Ağlıyorum. Beni anlamış olacak ki seninle gelmeme izin veriyor.
Merdivenleri düşe kalka inerken tek düşündüğüm şey sensin Taehyung. Ya o güzel kalbin şu an atmıyorsa? Sedyeye uzanıyorum. Bir yerine dokunuyorum. Burnun...
Yukarılara çıkıyorum. Kafana geliyorum.
Neden saçların yok Taehyung, saçlarını mı kestirdin? Gül kokusunun kaynağına nasıl kıyarsın?
Bir odaya giriyorlar ve senden ayrılıyorum.
Bekliyorum. Sonra doktorlar çıkıyorlar. Yoksa sen de mi çıkacaksın oradan, sevgilim?
Bir doktor omzumu pat patlıyor ve gidiyor diğer doktorlarla. Ne oldu? Sen neredesin Taehyung? Benimle oyun mu oynamak istiyorsun?
Duvara dokunuyorum. Duvarda elimi gezdiriyorum.
Duvara yapışık tabela gibi bir şeyi hissediyorum avucumda.
Elimi tabelanın üstünde gezdiriyorum ve hafif çıkıntılı yazılmış yazılara şükrediyorum. Kelimeyi algılıyorum.
"Morg."
O da neydi? Biliyordum Taehyung, bana öğretmiştin. Şimdi seni hayal kırıklığına uğratmayacağım, hatırlayabilirim.
O gün aklıma geliyor.
"Morgda ölüler durur. Bedensel olarak ölseler bile ruhları sonsuzluğa kavuşur..." demiştin bana.
Düşündüğüm şeyi algılayamıyorum.
Seni morga getirdiler, değil mi Taehyung?
Ve morgda olman için...
Ölü olman lazım...
Gittin mi, Taehyung?
Gözümden bir yaş akıyor. Ağzımdan hıçkırıkların kaçtığından eminken sarsılıp yere yığılıyorum. Neden gittin, Taehyung?!
Beni niye karanlıkta bıraktın?!
Nasıl gidersin?!
Sürünerek kapıyı buluyorum ve içeriye sürünmeye devam ediyorum. Morgda hiç sedye yok... ama sonra yanıldığımı anlıyorum.
Duvar kenarında çürümeye terk edilmiş, ölülerin diğer tarafa ziyaretini izlemekten kumaşları yırtılmış bir sedye buluyorum. Elini buluyorum ve sımsıkı tutuyorum. Senin ellerin, Taehyung... tek farkı öncekine göre çok soğuk. Hareketsiz.
Diğer elinde yine anı defteri buluyorum. Neden hep aynı defter taşıyordun?
En önemlisi, niye ölüyorken bana iyiymiş gibi gözüktün ki?..
Bana yalan söyledin.
Nasıl vicdanın el verdi, Taehyung?
Karanlığa terk edilmiş olabilirim ama ben de bir şeyleri hissedebiliyordum, Taehyung. Ama son, benden hislerimi aldın ve onlarla birlikte öbür tarafa gittin.
Defterin kapağını açarken bir yandan da sedyeden aşağıya sarkmış elini tutuyorum, rahatlatmak istercesine okşuyorum. Burada olsan sen de elimi tutardın sevgilim...
Bana bir şeyi öğretmemişsin...
Gideceğini.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
we all wanna die sometimes ;; taekook
Fanfiction"eskiden ölmek isterdim kookie, ama tanrı bu isteğimi şimdi kabul ediyor."