XVI

25 9 22
                                    

Bazen hayat, siz planlar yaparken o planları yıkandır. Hayallerinizi gerçekleştirmek için koşarken ayağınıza takılan bir ağaç dalıdır.
Bazense hayat "hayatım" diyebildiğinizdir. Sizi mutlu eden, size yaşama sevinci verendir. Her ne olursa olsun sizi asla bırakmayandır. Sizin için ölümü göze alandır.

***
Beethoven - Moonlight Sonato

Oradaydım. İşte yine oradaydım. Nereye gitsem yolum hep oraya çıkıyordu.

Mezarlığa...

Üçü de yan yana yatıyorlardı. İnsan acı vereceğini bildiği halde yine de o işi yapar mı?
Ben yapıyordum. Hergün mezarlığa gidiyordum. Çok acıtıyordu onları böyle görmek, daha doğrusu görememek. Kendimi yuvada yalnız kalmış korumasız bir kuş gibi hissediyordum. Uçmaya kalksam uçamaz düşerdim, olduğum yerde kalsam yırtıcı bir kuş gelip beni yerdi. Ne yapacağını bilmeyen bir kuş gibi mezarlığın başında oturuyordum.
"Ben üzülürüm. Siz yeterki mutlu olun. Mutlusunuz değil mi hep birlikte?"
"Mutlular. Sen üzülmezsen daha da mutlu olacaklar ama."
Arkamdan gelen sesle irkilmiştim. Sonra o ses gelip yanıma oturmuştu. Nane kokusu... Gelen Ateş olmalıydı. Arkamı döndüğümde elindeki gülleri görmüştüm. Döndüğüm an da yüzüne buruk bir gülümseme yerleştirip elindeki üç kırmızı gülü bana uzatmıştı. Ben de ona gülümsemiştim ve teşekkürler anlamında başımı yavaşça aşağı yukarı oynatmıştım. Elimdeki güllere bakarken elime bir tane diken batmıştı. Ve elim kanamaya başlamıştı.
"Hayat da bu güller gibi çok güzel. Ama bazen dikenleri gibi çok acımasız olabiliyor. Hayat da bu güller gibi dikenlerini bazen bize saplıyabiliyor..." parmağıma bir peçeteyle kanaması dursun diye baskı uygularken konuşmasına devam etmişti " Bu durumlarda öncelikle sabırlı olmalıyız. Asla pes etmemeliyiz. Yanımızdaki yakınlarımızdan destek almalıyız. Ve geleceğimiz için derslerimizi unutmamalıyız..." peçeteyi parmağımız üzerinden çekmişti kanama durmuştu " Eğer bunları başarabilirsek, şuan kanaması duran parmağın gibi onun da kanaması duracak,hayatımız eski mutlu günlerine geri dönecektir. Biliyorum asla bunun acısı geçmeyecek,asla yerlerini doldurulamayacaksın ama bunlarla yaşamayı öğreneceksin." sözleri bittiğinde gözlerim dolu doluydu. Artık kendimi tutamayacak raddeye geldiğimi anladığım an gözyaşlarım firar etmeye başlamışlardı bile. Ateş de ağladığımı gördüğü an bana sarılmıştı. "Sen güçlü bir kızsın Ülkü. Bunu atlatabilirsin." demişti saçlarımı okşarken.

Kendimi toparladıktan sonra bugünlük son kez onlara veda edip gülleri birer birer mezarlarının üstlerine dikmiştim. Sonuçta,
'Bütün çiçekler dallarında güzeller...'

*
Yıllar geçmiş Ülkü okulunu bitirmişti. Okulunu bitirdi dememe bakmayın. Çok zorluklarla bitirmişti. Acıları onu hiç yalnız bırakmamıştı. Ne zaman eve girse zaten hemen Ilgaz'ı hatırlıyor, ağlamaya başlıyordu. Çok nötrdü. Ateş'den başka kimseyle doğru düzgün konuşmuyordu. Kısaca Ülkü, artık eski Ülkü değildi...

Ülkü bir karar almıştı okulunu bitirdikten sonra bu yaşına kadar biriktirdiği ve ailesinden kalan paralarla Japonya'ya tatile çıkmaya...

Tatil değildi aslında. Kafasını dağıtmaya gitmişti Ülkü. Adı sadece tatildi. Aynı kötü olduğunuz zamanlarda birisi size 'Nasılsın?' diye sorduğunda sizin 'İyi' demeniz gibi. Tek kelimeyle bütün duyguların, gerçeklerin örtülmesiydi bu sadece.
*

Evet sonunda Japonyadaydım. İğrenç bir yolculuktu. Uçakta bile rahat yok ya... Arkamda sevgilisiyle tartışan bir kız, yanımda ağlayıp duran bir çocuk. Uçuşta tek güzel olan şey, önümde oturan minik bebeğin arada sırada arkasına dönüp gülümsemesiydi. Çok sevimliydi. Ama o bebeği görünce yine aklıma Ilgaz gelmiş ve ağlamıştım. O uyuyup dururdu bebekken. Bazen ben ders yaparken kapıdan bana bakar kaçardı. O zamanlar yeni yürümeyi öğrenmişti.

*
"Tamam Ateş iyiyim. Sadece biraz başımı ağrıttılar uçakta. Sadece yürüyüp rahatlamak istiyorum. Hem kafam da dağılır. Lütfen birkaç saat arama olur mu?" Ateş beni Japonya'ya indiğimden beri rahat bırakmıyordu.
Kiraladığım eve sadece eşyalarımı bırakmak için birkaç dakikalığına uğramış ve yürümeye başlamıştım. Nereye gittiğimi bilmeden, saate bakmadan, insanların bakışlarına aldırış etmeden, yorulduğumu hissetmeden yürümüştüm saatlerce...

Ta ki okyanus dalgalarının melodisini duyana kadar. Mavinin berraklığı, kayalara çarpan suyun sesi ve okyanusun kokusu mükemmel bir armoni içinde kendini sergiliyordu. Biraz daha yaklaşmıştım kara parçasının ucuna seslerle bütünleşmek için, düşüncelerden birkaç saniyeliğine olsa bile ayrılmak için. Ciğerlerim yeter diyene kadar çekmiştim içime okyanusun kokusunu. Gözümden bir yaş damlamıştı, o an hemen gözlerimi kapatmıştım. Gözlerimi kapatmama rağmen göz yaşlarım firar etmeye devam ediyordu. İşte son adımımı atmıştım. Tam bekleyin beni, geliyorum derken arkamdan belime sarılan bir çift kolu farketmiştim. Arkamı döndüğüm an beni kendine çekip sarılmıştı. Kafamı göğsüne yaslamıştı. O an ki koku... aynı... aynı Ilgaz'ınki gibiydi... Portakal... portakal kokuyordu...

Ölmek için çok gençsin...her kim öldüyse, senin böyle yapmanı asla istemeyeceklerine eminim.Lütfen bir daha asla böyle bir şeye kalkışma... demişti.

Ve arkasını döndüğü gibi gitmişti. Yüzünü görememiştim.

*


Ben kendimi biraz toparlamıştım o olaydan sonra. Ateş sağolsun her Allah'ın günü arıyordu ve kendince bana görevler veriyordu. Bu seferki arayışında da dışarı çıkmamı ve kahvecide çocuk kesmemi istemişti.
Biliyorum saçma ama yapmamı söylemişti. Onu kıramazdım hehehe. Hem eğer iyi hissettirecekse neden olmasın değil mi? Kimseye zararım dokunmayacaktı sonuçta...

Kahveciye gitmiştim. Kahvemi almış oturuyordum. O ara Ateş aramıştı. "Ülkü işler nasıl gidiyor? Sana verdiğim görevi gerçekleştirdin mi?"
"Şimdi oturmuş kahvemi içiyordum ki sen aradın."
"Yaa o zaman hadi anlat bakalım, nasıllar?"
"Hmm. Biri kahveyi üstüne döktü şimdi. Aslında çocuğu döktü. Niye çocukla birlikte gelirsiniz ki?" telefonun diğer ucundan kahkaha sesleri geliyordu. Ben de gizlice gülmeye başlamıştım. "Hah bak gidiyorlar. Şimdi de sarışın bir çocuk geldi. Ama çakma olduğu çok belli. " Ateş'in telefondan gelen gülüşlerine katılırken gülüşlerim, kafenin kapısından bir çekik gözlü daha girmişti. "Ateeş burada hepsi çekik gözlü yaa.. Hepsi birbirine benziyor."
"Neden acaba Ülkü?"
"Genlerinden dolayı hepsi baskınsa veya çekikse yani hiç melez yoksa..."
"Ay tamam Ülkü lütfen. Bilime girdin mi çıkamıyorsun bir türlü. Biz devam edelim kimler var başka?" Etrafıma bakınırken yanımdan bir çocuk geçmişti, kahvemin kokusunu kendi kokusuyla bastıran... bir saniye,o koku... portakal... portakal kokusu... yani o çocuk olabilir miydi? Arkamı büyük bir hızla dönmüştüm. Ama yine kaçırmıştım. Tam önüme geri dönecekken yerdeki çiçeği farketmiştim, portakal çiçeği... Hemen eğilip yerden almıştım. Göz yaşlarıma hakim olamıyordum yine...

*

Eve gitmek istemiyordum. O çocuğu çok merak ediyordum.

Acaba tekrar nasıl görebilirim onu?


Merhaba arkadaşlar.
Nasılsınız? Umarım iyisinizdir.
Herneyse, umarım beğenmişsinizdir.
Lütfen eleştirilerinizi yorumlara veya özele yazın.
Bir dahaki bölümde görüşmek üzere...

Hayalet (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin