1.Bölüm: ''Soğuk Harabe''

191 20 2
                                    

Dudaklarımdan çıkan buğulu sis bulutuna bakarak ellerimi ceplerime soktum. Hava Eylül ayına göre oldukça soğuktu. Fakat soğuk her zaman için iyiydi. En azından içimdeki yangına biraz olsun iyi geliyordu.

Yoğun sis bulvarı bulunduğum ara sokağı örtüymüşçesine sarıp sarmalamıştı. Hava her zamankinden daha da kasvetliydi, tıpkı ruhum gibi. Gökyüzünde tek bir ışık topu dahi yoktu. Rastgele saçılmış renkler, öylesine savrulmuş fırça izlerine benziyordu.

Önümü göremez bir şekilde sokağın başındaki lambadan yardım alarak yoluma devam ettim. İlerideki barın müziği kulağıma melodiler halinde gelirken, ayaklarım benden bağımsız bir şekilde yıllardır geçtiği yollardan geçerek bara yöneldi.

Barın içindeki atmosferin sokaktan bir farkı yoktu. Sigara ve bin bir çeşit otun yarattığı duman, barın tepesinde yumaklar halinde bulut gibi toplaşmıştı. İçeridekiler bundan pekte rahatsız görünmüyorlardı ki farkında olduklarından bile şüpheciydim.

Kulak tırmalayan müzik, insanların tenlerine işlemiş ter ve içki kokusu... Bu koku artık beni rahatsız etmiyordu, aksine midemin bulanması yerine aşinaydım bu kokuya. Yılların alışagelmişlerinden biriydi sadece.

Her zamanki yerime geçip barmene işaret ettim. Dudaklarımı kıpırdatarak "Su." Diye mırıldandım. Konuşmam bu seste fayda etmeyecekti. Sesimi duyurabilmek için bağırmam gerekiyordu ki o gücü kendimde bulamıyordum. Neyse ki ne istediğimi anlamıştı. Önüme bira bardağıyla su koyarken yanımda bir kıpırtı oldu.

"Su, ilginç bir tercih."

Kafamı kaldırmadan bardağa uzandım. "Bas git, mert." Bardağı tek dikişle bitirirken, Mert'in bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.

"Bir şey olmuş ve sen bana anlatmıyorsun." Dudaklarını büzerek devam etti. "Kırılıyorum galiba."

Sertçe iç çekerek oturduğum yerden ona doğru döndüm. "Bırak gevezeliği de Can'ın nerede olduğunu söyle."

Direk olarak yönelttiğim soru karşısında hazırsız yakalandı. Beni iki yıl içerisinde azda olsa tanıması gerekirdi ki, ben yalın konuşurdum kelime oyunlarına ya da başka şeylere gerek duymazdım. Sorum karşısında kekelerken kaşlarımı çattım.

"Nerede o piç?" Benden gözlerini kaçırırken, içimden onu tutup sarsmak geliyordu.

Başını aşağıya eğerken yavaşça mırıldandı. "Terasta."

Daha sözünü bitirmeden tezgahtan çantamı alıp terasa çıkan merdivenlere yönelmiştim. Merdivenleri ayağımdaki topukluların el verdiği kadar hızlı çıkarken, aslında başından beri buraya gelirken onu nerde bulacağımı da, hangi manzarayla karşılaşacağımı da çok iyi bildiğimi fark ettim.

Maratondan çıkmışçasına hızla nefes alıp verirken terasa açılan kapıyı itip açtım. Yüzümü yalayıp geçen rüzgar; bedenime çarpıp iliklerime kadar işledi. Kulağımdaki rüzgarın uğultusu yerini kıkırdama seslerine bırakırken, sesin geldiği yöne doğru adım attım. Gördüğüm manzara karşısında bedenim şokla kasılırken, çantam ellerim arasından kayıp ayaklarımın dibine düştü.

Can en sonunda duvara dayayıp dudaklarını sömürdüğü esmer şırfıntıyı bırakıp beni fark ettiğinde, geriye doğru sendeledim.

Yanmışçasına kızdan uzaklaşırken beni beklemediği aşikardı. Bana doğru yönelip elini uzatırken şaşkınlık içinde adımı fısıldadı.

"Mina..."

Ona acıyla bakarken arkaya doğru bir adım daha attım. Aynı zamanda deli gibi kafamı sallıyordum. Yaşlar gözlerimin önüne küçük perdeler indirirken, daha fazla küçük düşmemek için kendimi sıktım.

Kayıp Liman (Askıya Alındı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin