Kral Kim Joon Myeon çalışma masasında oturmuş siyahın en koyu tonundaki mürekkebe samur tüyü fırçayı batırdıktan sonra kadife dokulu kâğıtla buluşturarak aklında dönen düşüncelerden beliren gölgeleri büyük bir dikkat ve ustalıkla resim ediyordu. Huang ZiTao yine her zamanki köşesinde dikilerek, güneşinin aydınlığının gözlerini kor etmesine izin vererek, hayranlıkla seyrine dalmıştı. Kral Kim Joon Myeon hevesle uğraştığı resmi bitirdiğinde önünde elinde kılıçlarla etrafı kana boyamış savaşçıların görüntüsü dudaklarının memnuniyetle kıvrılmasına neden oldu. Resmi izlerken konuşmaya başladı dingin nehirleri andıran, yumuşakça akarak ruh okşayan sesiyle: " Tao... Bakan Kim her zaman bana karşıydı ve her zaman Çin imparatorluğunun saraydaki güçlü müttefiklerindendi. Hatta bazen bana mı, yoksa imparator Xiao'ya mı hizmet ediyor anlamıyorum. Bu yüzden onun Çin imparatorluk ailesine ait biriyle evlenmem konusunda ısrarcı olmasını anlaya bilirim, ama.... Bakan Oh... O neden Bakan Kim'le iş birliği içinde? O ikisi hem siyasi hem de kişisel olarak hiç bir zaman anlaşamadılar. Sanırım Bakan Kim'in uzun ve tehlikeli sarmaşıkları Bakan Oh'u da sarıyor... Sen ne düşünüyorsun bu konuda?" dedikten sonra meraklı bakışlarını Huang Zi Tao'nun umman kadar derin, karanlık ve tehlikeli gözlerine dikti. " Bakan Oh'un Bakan Kim'le her hangi bir şekilde is birliği için de olduğunu sanmıyorum. Kim TaeSan'ın tek istediği sizin veliahtınızın olması." Kral Kim Joon Myeon masanın arkasından kalkıp aheste adımlarla şeytanla meleğin ölümüne dansını sergilemen gözlerin sahibine yaklaştı. " Biliyorsunuz ki sizden sonra tahta geçecek hiç bir kraliyet üyesi yok" diyerek güneşine yaklaştı karanlık adam," Tahta geçebilecek her kesin ruhunu kendi ellerimle özgürlüğe kavuşturdum ve dilerseniz Bakan Kim'in de ruhunu özgür kılabilirim." dedi dudakları dişlerinin arasına alıp diliyle ıslaklığını bırakmak istediği kulağı hafif bir meltem gibi okşarken. " Hayır, Tao... Onun için daha güzel planlarım var. Bakan Kim'e zarar vermek bizim aleyhimize olur. Yanımızda olanlar da karsımıza geçmeye baslar. Bir devrimi ateşleyecek kıvılcımı çakmayı istemeyiz değil mi?" dedi Kral, yüzünde hiç de masum olmayan bir tebessümle.
Kurbağa gölünü andıran toplantı salonu Kralın teşrifiyle sessizliğe teslim olmuştu. Kral yüzünde iyimser bir ifadeyle bakanlara konuştu " Çin imparatoruna ve Wu ailesine ayrı ayrı mektup yolladım ve cevap olarak prenses Wu Lian ile evliliğimizi onayladılar. Üç hafta sonra prenses Wu Lian abisi ve Çin imparatorluğunun elcisi kimliğini taşıyan Wu YiFan'la birlikte bizi onurlandıracaklar. Bakan Kim ve Bakan Oh size böyle bir evliliği teklif ettiğiniz için minnettarım" dedi duygularının samimiyetini vurgulayan, içten olduğunu düşündüren kusursuz güzellikteki bir gülümsemeyle ve devam etti konuşmasına " Sizden oğullarınızın müstakbel esimin onuruna yapılacak kutlama töreninde dövüş yeteneklerini sergilemen bir karışlaşmayla bizleri mutlu etmelerini istiyorum. Bakan Kim, Küçük oğlunuzdan bahsettiğimi anlamışsınızdır, büyük oğlunuz Kim JongDae Sungkyukvan'in en iyi öğrencilerinden ve onun eli silah değil kitap tutmalı. Bay Oh, kimsenin görmediği ya da kimseye göstermediğiniz mi demeliydim, oğlunuzun düzenli olarak dövüş sanatları eğitimi aldığını duydum ve artik yeteneklerini görmemizin zamanı geldi" diye konuşmasını bitirdiğinde Bakan Kim ve Bakan Oh yüzlerindeki dehşet ifadesini umutsuzluk için de saklamaya çalışarak " Emredersiniz Majesteleri" diye bildiler sadece. Kral Kim Joon Myeon ve Huang ZiTao'nun gözlerinde tehlikeli parıltıları fark etmeyecek kadar korkuyla boğuşuyordu düşünceleri.
Gecenin karanlığı çökerken şehrin üzerine kendilerini en iyi şekilde saklamayı başaran gölgeler hareketlendi sessizce. Kim MinSeok sis yüzünden onunu göremediği ormanda ağaçlar sıklaştığı için atından inerek ilerlemek zorunda kaldı. Değişmeyen buluşma yerleri olan kayanın yanında dişleri ile dudaklarına eziyet ederek, sabırsızca ayağını yere vurarak tedirginlik için de beklemeye başladı... " Odumu kopardın!" diye bağırdı sağında aniden beliren cadıyı görünce. "Geldiğimi fark etmeyecek kadar düşüncelisiniz Bay Kim" dedi cadı yüzünde beliren gülümseme denemeyecek garip ifadeyle. " Bugün olanlar yüzünden ne yapacağımı bilemeyerek sana geldim. Biliyorsun Jong In'le Kim TaeSan'in oğlu Sehun'un karsılaşmaması lazım. Kral müstakbel eşinin onuruna düzenlenecek törende ikisinin dövüşmesini istedi. Bunu durdurman lazım!" dedi Bay Kim yüzünde tehdit savurmaya hazır ifadeyle. Cadı "Bay Kim sizi en başında uyarmıştım kaderi değiştiremezsiniz diye. Siz tüm uyarılarıma rağmen beni dinlemediniz ve eşinizi kaybettiniz. O ikisinin kaderinde birleşmek var. Bay Oh'u, gördüğüm ayların birinin oğlu diğerinin ise katili olduğunu, oğlunun kaderinde erken ölüm gördüğümü ve 20 yaşına gelmeden evden çıkmaması ve yabancı gözlerden sakınılması gerektiğini söyleyerek kandırdım. Ama gördüğün üzere kader ağlarını örerken biz hiçbir şey yapamıyoruz" diye söylendi cadı Baykuşların bile sessiz kalmasına neden olan ürkütücü sesiyle. Bay Kim'in gözleri parladı aklına gelen, hiç de tekin olmayan fikirle: " Evet! İşte bu! Söylediğin öngörü gerçek olmalı. O piçin ölmesi gerekiyor! Oğlumun kalbini çalarak onu bilinmezliğe sürükleyemez, en iyisi tek başına geberip gitmesi!" " Hayır, Bay Kim! Onu öldüremeyiz... Bunun karşılığında ödenmesi gereken bedel yine bir can olacaktır."diye uyardı cadı. " O zaman kendini öldürmesini sağla!" diye fısıltılı ama korkunç bir sesle emretti Bay Kim cadının eline metallik sesler çıkaran küçük torbayı sıkıştırırken. Arkasını donup karanlıkla sevişen sisin için de kaybolurken cadı: " TaeSan'a olan aşkın eslerinizin hayatına mal olan ve çocuklarınızı acıya sürükleyecek bir nefrete nasıl dönüştü MinSeok?" diye mırıldandı. Onları izleyen bir çift gözden habersizdiler...