İTİRAF

139 10 2
                                    

         Mükemmel bir uyku çekmiştim. Sanırım hala kamptaydım. Yani daha akşam olmuş olamaz değil mi? Ama aniden hissettiğim sert zeminle birden gözlerimi açtım. Yine aynı taht odasında yine aynı cam kutunun içindeydim. "Seni aşağılık lanet korkak! Çıkar beni burdan!"dedim sinirle. "Prenses uyanmış."dedi yüzü görünmeyen çocuk sahte bir şaşkınlıkla. "Yemin ediyorum bir daha bana Prenses dersen senin kafanı koparacağım!"dedim öfkeyle. "Öyle mi? Sen ilk önce o camdan kurtul Prenses."dedi. Cama kuvvetli bir tekme attım. Cam hafif çatladı ardından birkaç tekme daha ve sonra da bir yumruk. Cam tuzla buz olmuştu elim ise kanla kaplıydı. Hızla çocuğun yanına gittim. Belimden kılıcı çıkartıp boğazına dayadım. "Ben cam göremiyorum"dedim öfkeyle. "Elin fena kesilmiş"dedi çocuk ona kızmama rağmem. Boynundaki kılıcı umursamadan yanımdan geçip gitti. Ben de kaçmak için kapıya koştum ama bütün zorlamalarıma rağmen kapı açılmadı. Pencereler de kapalıydı. Sağlam elimle perncerenin camına yumruk attım. Üçüncü yumruğumda cam kırıldı ve parçaları aşağıya düştü. İki elim de kanlar içinde kalmıştı. Pencereden biraz uzaklaştım ardından koşarak kırılmış cama ilerledim. Tam pencerenin önüne gelmiştim ki biri beni belimden tutarak geri çekti ve ikimiz de yere düştük. "Ne yaptığını sanıyorsun?! Oradan atlarsan ölürsün!"diye bağırdı sinirle beni geri çeken. "Sen delisin! Önce adamların kanatlarımı kesiyor sonra beni cam bir kutunun içine koyuyorsun ardından beni sinirlendirip kutuyu kırdırtıyorsun ve neden camdan atlamaya çalıştığımı soruyorsun! Kes sesini!"diye bağırdım ona sinirle. "Eğer ölmeni isteseydim bunu çoktan yapardım! Sen hep olay çıkartıyorsun! Her zaman böyleydin hiç değişmemişsin!"dedi sinirle. Hiç değişmemişsin derken. Daha eskiden. Uzun zaman önce tanışıyor olmamız gerekirdi. Benim şaşkınlığımdan fırsat bilip kesilen ellerimi inceleye başladı. Koluma saplanan birkaç cam parçasını çıkarıp kan ile kaplı her yeri sildi. Ardından elimin üstünden neredeyse dirseğime kadar olan yeri sardı. O bunları yaparken ben ise sadece ona bakıyordum. Yüzü gözükmese de. Sanki daha önce onu görmüştüm. Uzun zaman önce. Onun da bana baktığını fark edince ayağa kalktım. "Sağol"dedim kısaca. "Birkaç gün ellerini zorlama."dedi malzemelerini toplarken. "Neden bana yardım ettin? Beni öldürebilirdin"dedim ona bakarak. "Biz arkadaşız. En azından bir zamanlar öyleydik. Tartarusta, çocukluğumuzun geçtiği yerde. Bütün çocukluğumuzu beraber geçirdik. Ta ki sen gidene kadar."dedi hüzünle.  kafamda birkaç anı canlanmaya başladı. Bir çocukla oyun oynuyorduk. Ama gerisi gelmedi. "Zamana ihtiyacın var. Zamanla beni hatırlarsın"dedi çocuk ve tam birşey demek üzereyken yine melez kampına döndüm. Hades kulübesindeydim akşam yattığım yatakta. Tek değişen karşı yatakta yatan Nico'ydu. Uyuyordu. Ama kaşları çatılmış birşeyler mırıldanıyordu. Ne dediğini duyabilmek için ona yaklaştım. Ama o sırada mırıldanmayı kesti ve gözlerini açtı. Gözleri öfkeyle parlıyordu. "Ne oldu?"diye sordum. "Sadece kötü bir rüyaydı"dedi sinirle. "Ellerine ne oldu!?"diye sordu telaşla. "Bu aralar çok endişelisin. Sadece kesildi ve şu an iyiyim."dedim ona dik dik bakarak. Bu aralar cidden fazla endişeleniyordu ve bu onu yoruyordu. "Kahvaltıya gidiyorum. Gelecek misin?"diye sordum. Başıyla onayladı. Sonra da beraber kahvaltıya gittik. Kahvaltı cidden çok rahatsız ediciydi. Bir kız sürekli Nico'ya bakıyordu. Ben de kıza bakıyordum ama benim baktığımı fark edince bakışlarını kaçırıyordu. Kahvaltıdan sonra kızı takip ettim. Kalabalıktan uzaklaşıp orman ile gölün buluştuğu yere gelince durdu. "Benimle derdin ne?"diye sordu bana dönüp. "Sana tek bir soru soracağım. Nico'dan mı hoşlanıyorsun?"dedim direk konuya girerek. Önce bana bir süre baktı. "Evet. Ve yoluma çıkmaya kalkarsan canını yakarım"dedi küstahça. Bu kızın sorunu ne? "Bak sadece bir soruydu. Her zaman ona bakıyorsun çoğu kişi anlamıştır"dedim sert bir şekilde. "Çoğu kişi Nico ile sevgili olmak istiyor. Ben diğerleri gibi değilim. İstediğimi elde etmek için elimden geleni yaparım."dedi kız kendinden emin bir şekilde. "İyi. Ama onun canını yakarsan karşında beni bulursun"dedim ve yeşil gözlü kahverengi saçları olan kızın yanından ayrıldım. Sinirle antrenman sahasına gittim ve bir mankeni yumruklamaya başladım. Ellerim acıyordu. Ama o kıza olan öfkem yanında bu bir hiçti. Mankeni yumrukladım ve tekmeledim ta ki biri gelip beni mankenden uzaklaştırana kadar. "Ne yapıyorsun!? Yaralarını daha kötü hale getiriyorsun"dedi Nico sargılardan taşan kanları göstererek. "Sadece antrenman yapıyordum."dedim. "Yalan söyleme. Yine birine mi sinirlendin? Kim kızdırdı benim küçük iblisimi?"diye sordu Nico sırıtarak. Ne ara bu kadar aptal olmuştu? "Dalga geçmeyi bırak da revire gidelim"dedim sinirle koluna yumruk atarak. "Tamam. Sadece küçük bir şakaydı."dedi kolunu ovalarken. Revir neredeyse boştu. Nico, Will'i çağırdı. Will sargıları açarken Nico başımda bekliyordu. Ve kollarımdaki sargılar tamamen açıldığında Nico sinirden kuduruyordu. "Kim yaptı bunu?!"diye sordu sinirle. "Küçük bir kaçma girişimiydi."dedim bu kadar sinielenmesine anlam veremeyerek. "Önüne gelen cama yumruk atmışsın gibi duruyor"dedi Will kaşlarını çatarak. "Aslında neredeyse öyle oldu"dedim. Keşke demeseydim. Nico'nun bakışları daha da sertleşti.  Will yaralaru temizleyip tekrar sardı. Revirden çıkıp deniz kenerina gidene kadar tek bir kelime etmedik. "Sen ne yaptığınınsanıyorsun?"dedi Nico bir anda. "Anlamadım?"dedim merakla. "Kendine zarar veriyorsun! Ve bu beni çıldırtıyor!"dedi Nico ellerini sallayarak. "Neden umrundayım ki?"diye sordum sinirle. Bana bu kadar bağırmaya hakkı yoktu! Önce duraksadı. "Çünkü seni seviyorum! Sana deliler gibi aşığım ve sana zarar geldiğinde sanki kalbime bıçak saplıyorlarmış gibi oluyor!"dedi bağırak. Ardından çekip gitti. Ben ise olayın şaşkınlığıyla kuma oturdum ve düşünmeye başladım. Böyle birşey olacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. Hislerimizin karşılıklı olduğu. Arkasından koşmak istedim ama beni durduran denizin üzerinden batan güneşti ve netleşen taht odasıydı. Yine aynı taht odasındaydım. Tahtın üstünde aynı çocuk vardı. En azından aynı olduğunu düşünüyorum malum yüzü görünmüyor. "Vay vay vay. Kimler teşrif etmiş. Sarayınıza hoşgeldiniz prensesim."dedi çocuk. Bu sefer ona hiçbir tepkiş vermedim. Yere oturmuş hala kumsalda olanları düşünüyordum. Çocuk birden ayağa kalktı. "İyi misin? Neden bana kızmıyorsun?"diye sordu. Onu duymazdan geldim. "Bu seni hiç ilgilendirmez"dedim sert bir şekilde. "Seni şu an bir sorun olduğunu anlayacak kadar iyi tanıyorum."dedi. "Bu seni hiç ilgilendirmez"dedim tekrar. "Hatırlıyor musun bilmiyorum ama biz küçükken sen her anneni özlediğinde beni terslerdin aynı bu şekilde."dedi çocuk. Aniden kafamı kaldırıp ona baktım. "Seni tanıyorum! Hatırlıyorum! Siyah saçları ve mavi gözleri olan çocuk. Her zaman benimle oynayan tek çocuktun. Jonathan!"dedim bir anda onu harırlamıştım. Sadece küçük bir anıyla. Hızla yüzü artık görünen Jonathan'ın yanına gittim. Siyah saçları dağılmış mavi gözleri neredeyse neşeli bir şekilde bana bakıyordu. Ona tokat attım. "Uzun zaman oldu"dedi. Bir adım geriye gittim ve ona sinirle baktım. "Senin böyle biri olabileceğin aklıma bile gelmezdi! Önce canavarlarının bana. saldırması sonra yüzünü saklaman ardından Kronos ve Uranus. Sana ne oldu? Benim eskiden arkadaşım olan o küçük tatlı Jonathan'a ne oldu?!"dedim sinirle. "Küçük Jonathan artık büyüdü. Buraya tıkılı kaldım! Buraya ilk geldiğimde bu canavarlar beni yemeye çalıştı. Ama şimdi ben onların kralıyım!"dedi. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki o küçük Jonathan'ın gittiğini anladım. Ve eğer düzgün bir plan yapmazsam burada tıkılıp kalacaktım. Ama şu an tek ihtiyacım olan şey biraz zamandı. "Biraz dinlenmeye ihtiyacım var umarım misafir odan vardır."dedim Jonathan'a. Şu an ona güvenemeyeceğimi biliyordum ama belki eski Jonathan'dan birkaç parça kaldıysa onları uyandırmak istiyorum. "Hayır, misafir odam yok. Buralarda pek misafir olmuyor. Ama benim odamda kalabilirsin"dedi. Onun odası. Bu biraz garip olacaktı. Bana odasının yerini gösterdi. Sonra da odadan çıktı. Hemen yataktan kalktım ve çekmecekeri karıştırmaya başladım. Hiçbirşey yoktu! Bir şey hariç, üzerinde garip desenler olan bir tırpan. Bu bana bir yerden tanıdık geliyordu ama nereden olduğunu çıkaramadım. Aniden koridorda gelen ayak sesleriyle çekmeceyi kapatıp yatağa uzandim ve gözlerimi kapattım. Tam vaktinde. Ben gözlerimi kapattığım an odanın kapısı açıldı ve içeri biri girdi. Önce birkaç çekmeceyi açtığını duydum sonra da odanın kapısı kapandı. Sanırım giren kişi çıkmıştı. Bir gözümü hafif araladım ve odaya göz gezdirdim. Kimse yoktu. Hızla yataktan kalktım ve tırpanın olduğu çekmeceyi açtım. Ne kadar arasamda yok. Giren kişi tırpanı almıştı. Yatağa geri döndüm. Gözlerimi kapattım ve düşünmeye başladım. Ama aklıma sahilde olanlar geldi. Ve şunu farkettim ki Nico'yu özledim. Ama şu an bir plan yapmam gerekiyordu. Önce Jonathan'ın güvenini kazanmam sonra da ne planladıklarını öğrenmem gerekiyordu. Birden üstüme bir ağırlık çöktü. Aşırı derecede uykum geldi. Direnmeye çalıştım ama çoktan rüya görmeye başlamıştım. Aslında rüya sayılmazdı birkaç kesit. İlkinde canavarlardan bir ordu Melez Kampı'nın sınırlarına yakın bir yerde kampçılarla savaşıyordu. İkincisinde bir odadaydık birkaç canavar, Jonathan ve ben. Önümüzde bir harita vardı ve ondan birşeyler gösterip konuşuyorduk. Tek duyabildiğim Jonathan'ın ağzından çıkan birkaç kelimeydi: "...ve sonra onları yok edeceğiz. Ve bu senin sayende olacak prensesim."dedi Jonathan. Oradaki ben de Jonathan'ı yanağından öptü. Bu acayipti. Ben böyle birşey yapmam ki. Üçüncüsü ise biri Nico'yla savaşıyordu. Ama Nico'nun yüzünde öyle bir ifade vardı ki karşısındakinin yaptıklarına inanamıyordu. Karşısındaki hamle yaptıkça o sadece savuşturuyor ona vurmuyordu ve birşeyler diyordu. Nico tökezledi ve karşısındaki bundan fırsat bilip onu yere süşürdü. Nico'nun kılıcı elinden fırladı. Onu düşüren kişi kılıcını kaldırdı ve tam bu sırada o kişinin kim okduğunu anladım. Bu bendim. Ama niye Nico'ya zarar vermek isteyeyim ki? Kılıç Nico'nun göğsüne doğru inerken rüya bitti ve uyandım. Sanki hiç nefes almamış gibi hissediyordum. Derin nefesler almaya başladım bir yandan yüzüme vuran güneşi elimle engellemeye çalıştım. "Adriana sakin ol"dedi biri. Daha doğrusu bir kız. Ardından "nefes al"dedi başka bir ses. Bu da bir çocuğa aitti. Gözlerim güneşe alışınca onlara baktım. Karşımada Clarisse ve Will'i görünce biraz şaşırdım ama hızla ayağa kalktım. "Nico nerede?"diye sordum. Will elini saçına götürdü. Clarisse ise gözlerini kaçırdı. "O gitti"dedi Clarisse. "Burada çok kaldığını söyledi. Ve dün akşam gitti."dedi Will. Nereye gitmişti? Hemen gölge yolculuğuna başladım. Nico'yu bulmam gerekiyordu. Gölgelere karışmadan önce duyduğum tek şey Will'in bu saatte gölge yolculuğunun tehlikesi hakkında birşeyler demesiydi. Tam güneş doğarken ve etrafta hiç gölge yokken gölge yolculuğu yapmanın tehlikeli olacağını ben de biliyorum. Ama Nico için değer.

ÇUKURU'UN KIZI: YENİ BİR BAŞLANGIÇHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin