eksi bir

165 25 1
                                    

birkaç gün sonra hiç beklemediğim bir anda telefon çalıyor. ve hiç beklemediğim biri arıyor.

-alo?

+alo, hyunki, ne yapıyorsun? bu gün gelecek misin?

-ben de geleceğimi haber vermek için arayacaktım öğleden sonra. müsaitsiniz, değil mi?

+evet evdeyim. bekliyorum o zaman.

-görüşmek üzere.

benim aramamam, gelmemem için dua ettiğini düşünüyordum. belki de durumun sandığımdan daha farklı olduğunu düşünmeye başlıyorum ve öğleden sonra yola çıkıyorum.

&

işte oradayım. o üç katlı tatlı evin karşısında. o yaşarken de çok severdim evlerini. büyük bir ev değildi ama çok güzel bir evdi. kedileri vardı, o kadar sıcaktı ki ailesi. beni de çok severlerdi, evlerinde kalırdım çok, birlikte uyurduk onunla. 

ben kapıda durmuş evi seyrederken içeriden kapıya yaklaşan birini duyuyorum, anlıyorum ki camdan geldiğimi görmüş. hiç hazır değilim ama zile basıyorum, kapıyı açıyor.

+hoşgeldin.

içeri giriyorum. ve karşımda en son üç sene önce girdiğim, anılarımızla dolu o ev.

-hoşbulduk.

geçip içeri oturuyorum. havadan sudan konuşuyoruz. birbirleriyle oynaşan yavru kediler gözüme çarpıyor. hangi kedi doğum yaptı diye soruyorum, kedinin öldüğünü öğreniyorum.
geçen üç yılda neler yaptığımızdan konuşmaya başlıyoruz. ben seoul'e gittiğimden, kendime bir hayat kurduğumdan, fakültemde başarılı olduğumdan bahsediyorum, o da oğlunun büyüdüğünden, çok olgun ve akıllı bir çocuk olduğundan bahsediyor. eşinin kalp krizi geçirdiğini anlatıyor, senden sonra çok sular aktı, biz bunları da yaşadık der gibi. gözleri doluyor.

-ne kadar zaman oldu.

+oldu, yıllar geçti.

-daha önce gelmeyi çok istedim ama cesaret edemedim. buraya artık nasıl geleceğimi bilmiyordum. 

+bütün arkadaşları geldi hep, bizi hiç bırakmadılar. ama biz en çok seni merak ettik. neden gelmediğini düşündüm hep. bu kadar kolay unutmana, umursamamana şaşırdım.

-unutmak ne demek, bugüne kadar bir gün bile aklımdan çıkmadı ki.

+niye bizi bıraktın o zaman?

gözleri doluyor. sesi titriyor.

-kızgın mısın bana?

+önceden çok kızgındım. çok uzun süre de devam etti böyle. artık değilim, hiç kimseye kızgın değilim.

-ben de küçüktüm. korktum. ne yapacağımı bilemedim. kaldı ki ben sizden uzaklaşmadım. uzaklaşmak zorunda kaldım. yaşananları hatırlıyorsunuzdur, artık ben de size kızgın değilim ama.

bu konu elbet açılacaktı. 

-ben senin haneul'un babasına benim hakkımda söylediğin asılsız şeyler yüzünden haneul'dan uzaklaşmak zorunda kaldım. sana da sinirlendim tabii ki. haneul'u da yalnız bırakmak zorunda kaldım, en çok bana ihtiyacı olduğu halde. korktum çünkü.

+söylediğim şeyler yanlış şeyler değildi ama.

-bunun bir önemi yok, benim cinsel kimliğimin konuyla hiçbir alakası yoktu, hala yok.

daha fazla tartışmak istemediğimden dolayı konuyu kapatıyorum. gerçekten kızgın değilim artık. içime akan tuzlu gözyaşı, söndürdü içimdeki yangını.

-odasına çıkabilir miyim?

bizim onca anımızı hala saklayan odaya çıkıyoruz. hiçbir şey değişmemiş. annesi yatağa oturuyor. ben yere oturup dizlerimi karnıma çekiyorum. panoda asılı üniversite giriş sınavı tarihine bakıyorum: 20 mart 2016. o tarihe kadar yaşamaya gücünün yetmeyişi bana çok ağır geliyor. kitaplığa bakıyorum. çözülmemiş test kitapları. en sevdiği romanlar. elimi atıyorum birkaçına, altı çizili yerleri okuyorum. dayanamıyorum, bırakıyorum. basketbol ayakkabılarına bakıyorum. duvarlardaki posterlere. 

+yaşasaydı, bunları söker, başka posterler yapıştırırdı.

annesi odayı öyle korumuş ki, o daha dün buradaymış gibi. hiç gitmemiş gibi. o odada yattığım geceleri hatırlıyorum. bugün hala yanımda olan o küçük ayıcığımı ikimizin nasıl da sevdiğini. sabahları nasıl da onu uyandırmaya çalıştığımı. sonsuza kadar uyumak istiyordu. başardı da.
annesi bana hep yemek yedirmeye çalışırdı. bilmiyordu belki anoreksik olduğumu, ama belli oluyordu vücudumdan.
o zamanlar hiç öyle hissetmesem de orası benim sığınabileceğim bir yerdi. onunla, kardeşimle birlikte bütün gençliğim ve ait olabilmeyi az çok başarabileceğim bir yer gitti. geriye köksüz, geldiği bir yer olmayan ve tam olarak bu sebepten dönebileceği bir yer de kalmayan, bu dünyada tek başına, yapayalnız bir çocuk kaldı.

aşağı iniyoruz, geldiğimden beri birbirleriyle oynaşan yavru kediler tekrar gözüme çarpıyor. yavrulardan birini istediğimi söylüyorum.
sırt çantamdan ikide bir kafasını çıkarıp miyavlayan minik bir kediyle yola çıkıyorum.

karınca kumu [namgi]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin