altı

91 12 8
                                    

yepyeni bir güne gereksiz derecede erken bir saatte uyanıyorum. dersim olmadığı halde evde durmak istemediğim için fakülteye gitmek için hazırlanıyorum. havanın soğumaya başladığını fark edince beni sıcak tutacak bir şeyler giyip çıkıyorum. okul eylülde açılmıştı, şimdiden havalar soğumuş. haftaları sayıyorum, haftalardır terapiye gidiyormuşum, zaman ne kadar hızlı geçiyor. belki bugün namjoon'u da görürüm.

------------------------

fakülteye giriyorum, çardağın önünde oturan yoongi'yi görüyorum. bağdaş kurmuş, poğaçasını ısırıyor. yanında da kocaman bir çay var. hiç bulaşmamayı tercih etme şansım yok, kütüphane binasına girerken çardağın önünden geçmek zorundayım.

ben bu düşüncelerle olduğum yerde dikilmişken yoongi ile göz göze geliyorum. gülümsüyor. ben de birkaç adım atıp karşısına geçiyorum.

+günaydın.

-günaydın hocam, nasılsınız?

+teşekkürler, sen nasılsın?

-ben iyiyim, daha iyiyim. uslu bir çocuk olup kahvaltımı yapıyorum.

gülümsüyor, ben de gülümsüyorum.

+akşam bu poğaçanın mesajını bekliyorum, biliyorsun.

-siz o konuda ciddi miydiniz?

biraz sinirleniyorum.

+ciddi olmayan bir tarafım varmış gibi mi görünüyor yoongi?

-yok hocam, tamam pardon.

+görüşürüz o zaman, terapiye 2 gün kaldı.

-muhtemelen ondan önce de görüşürüz.

yüzüne bakıyorum. umarım başına bir bela açma peşinde değildir.

-yanlış anladınız hep karşılaşıyoruz ya, yoksa tekrar bayılmak gibi bir düşüncem yok.

kafamla onaylıyorum.

+görüşmek üzere o zaman.

bana küçük elini sallayarak veda ediyor.

------------------

bugünü daha güzel bir gün yapmak için en önce üşümemek için önlemimi alıyorum. daegu gibi bir deniz şehrinden seoul'ün karasal iklimine gelmek benim ve küçük bedenimin herkesten daha çok soğuktan etkilenmesine yol açıyor. güz havası hafif bir serinlik verirken rüzgardan etkilenmemek için kütüphaneye gidiyorum. köşede kendime bir yer bulup çantamdan mavi saçlı kız kitabını çıkarıyorum. bu onun en sevdiği kitaplardan biriydi. o yaşarken bunu bildiğim halde bu kitabı hiç okumamıştım. pişmanlıklarıma bir yenisi daha ekleniyor. o yaşarken, onu anlamam için yalvarırken gözümün önündeki şeyi görmemek, anlamamak için ettiğim inat, o çocuklukla inat etmenin karakterin olduğunu sanmak, bir adım gelsen taviz vereceğini düşünmek, aptal bir gururla uzaktan izlemek ve içine girmemek... yuvarlak değil keskin şeylerin kırıldığını çok sonra öğrenecektim. artık hiçbir şeyin geri dönüşünün olmadığı gün.

sıradan ve olabildiğince gündelik şeyleri sürdürmeye çalışırken, aniden üzerine düşen boşluk hissi sonrası gelen mide bulantısı.

biraz kütüphanede vakit geçiriyorum, kitap beni sürüklüyor. saatler geçiyor. biraz baş ağrısıyla kısalan günlerde havanın karanlığı üzerime çökünce, yavaştan kalkmaya karar veriyorum. kütüphaneden çıkmadan birkaç kitap ödünç almak için psikoloji bölümüne yöneliyorum.

okulla ilgili bir şeylerle ilgilenmek için fazla hassas bir durumda olduğumu fark edince felsefe bölümü için 2 sıra öne gidiyorum. rafların en altına bakabilmek için yere oturuyorum. 

karınca kumu [namgi]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin