en son yaptığımız konuşma üzerine konuşmamak için sessiz bir anlaşma içindeyiz, ancak ikimiz de mesajı aldık. ikimiz de birbirimizden ne istediğimizi biliyoruz. tek ve aynı şeyi istiyoruz, benim iyiliğimi. böylelikle namjoon'la seanslarımızda ilerliyoruz. zaman lineer olarak ilerliyor. haftalar geçiyor. birbirimizin ritmini yakalıyoruz. ben okula da devam ettiğim için giderek daha fazla şey öğreniyor ve onun tekniklerine hayran kalmaya başlıyorum. çünkü öğrendikçe fark ediyorum ki onun psikoterapistliği sadece öğrenilerek yapılabilecek bir şey değil. inanılmaz bir yetenek var onda. ve beni iyileştirmesine izin veriyorum. ruhumdaki açık yaraları birer birer dikmeye başlıyor. dikiş ipi ruhumda sonsuza kadar kalacak renkler bırakıyor. dikiş ipi tüm varlığımda dolaştıkça varlığıma ne kadar sirayet ettiğinin farkına varıyorum. bir başkası olsa buna işgal derdim. ama namjoon olunca varlığımı onun varlığıyla yeniden yaratıyor gibi hissediyorum. beni bundan sonra tanıyan herkes namjoon'u da tanımadan beni tamamen tanıyamayacak. parmak izleri bedenimde dolaşıyor, o günden beri bana bir kere bile dokunmamasına rağmen.
bazen gözlerine birkaç saniye fazla bakıyorum. bilerek yapmıyorum çoğu zaman, sadece göz göze geldiğimizde gözlerimi çekmek istemediğim için çekemiyorum. her seferinde gözlerini defterine döndürüp bir şeyler yazmaya başlıyor. ben de üstelemiyorum.
aramızdaki şeyin ne olduğunu düşünmemeye çalışıyorum. entelektüel açıdan birbirinin ilgisini çeken iki kişi olduğumuzu kabul edip başka şeyleri karıştırmamaya çalışıyorum. çoğu zaman işe yarıyor.
seanslarımız ilerledikçe benim bugünüm üzerine de konuşmaya başlıyoruz. aynı alanda olduğumuz için okumalarımız üzerine de konular açılıyor ve namjoon benim çok iyi bir psikolog olacağımı düşünüyor. ben bu okula gelirken insanları tedavi etmeyi amaçlamadığımı, çünkü buna inanmadığımı anlatıyorum ona. ben sadece insanı anlamak istediğim için buradayım. ancak namjoon'dan sonra bir insanın bir başka insanı iyi edebileceğine dair inancım yerleşmeye başlıyor. toprağa düşmüş bir tohum gibi. içimde filizleniyor. ama hala çok korkuyorum. bana mezun olmama bir sene kaldığını, sonrasında ne yapacağımı soruyor. ben yüksek lisans için sosyal psikolojiye gitmek istediğimi söylüyorum, çok iyi bir klinisyen olabileceğimi bilmeme rağmen.
namjoon'a korkularımı anlatıyorum. ya yanlış bir şey yaparsam, ya öngöremezsem ve geri dönüşü olmayan hatalara yol açarsam? namjoon bana süpervizyonla ilerleyeceğimizi anlatıyor. yalnız olmayacaksın. belki ben olurum süpervizörün olarak. hepsinin üzerinden geçeriz.
bunları birkaç başka hocamla da konuşuyorum. hepsi aynı şeyleri söylüyorlar. ama "en kötü ne olabilir ki" sorusu onlar için varsayımsal bir soruyken, benim cevabını çok iyi bildiğim bir soru. eğer hoseok'un psikoloğu onun hastaneye yatırılması fikrini bir sonraki seansta değerlendirmek için bekletmeseydi ve o seansta bu kararı alsaydı hoseok yaşıyor olacaktı. ya ben de böyle bir hata yaparsam?
namjoon'a sürekli sorular soruyorum. hepsi varsayımsal sorular. bu sorular üzerine haftalarca tartışıyoruz. namjoon benim psikoterapist olmam konusunu bırakmıyor, çünkü biliyor ki ben içten içe bunu istiyorum. aslında bu olmak için doğdum. ancak hayatımın yedek planını işletmek zorundayım. namjoon'a bunu anlatamıyorum. aramızdaki sürtüşme giderek büyüyor.
----------------------------
kulaklarım uğulduyor. başta duyduklarımı algılayamıyorum, sonra hiçbir şeyi duymamaya başlıyorum artık. yoongi bana az önce ne dedi? hangi ilaçtan ne içti, ne kadar içti, seans odasına gelmeden ne kadar zaman önce içti? bana veda etmeye geldiğini söylediği andan itibaren kendi kalp atışlarım haricinde hiçbir şeyi duyamıyorum.
ellerim titremeye başlıyor ve ne yapacağımı bilmiyorum. ambulansı mı arasam, yoksa onu lavaboya götürüp zorla kusturmaya mı çalışsam? önce onu zorla kusturmak için sürükleyip o arada da ambulansı aramaya karar veriyorum. kolundan tutup sürüklemeye çalışırken anlayamadığım bir şeyler söyleyip direnç gösteriyor. yakasına yapışıyor ve onu duvara itiyorum. göz göze geldiğimiz anda gözlerindeki korkuyu okuyorum. hala hiçbir şeyi anlamıyorum.
-namjoon, yemin ederim bir şey içmedim. sadece seni denedim. beni bırakır mısın artık?
aklım biraz başıma gelmeye başlıyor. bana oyun oynadı. neden yaptığını anlayabilmem birkaç saniyemi alıyor ancak o erken davranıp açıklamaya başlıyor.
-haftalardır varsayımsal konuşmalar içerisindeyiz. hastan şunu yaparsa ne dersin, ne hissedersin, bu olursa nasıl müdahale edersin, bir sürü saçmalık. gerçekten böyle bir şey başına gelse dediğin gibi mi davranacağını, hissedeceğini merak ettim. bu yüzden böyle bir şey yaptım. ama gördüğüm kadarıyla hastaların intihar girişiminde bulunduğunda sandığın kadar sınırlarını koruyamıyorsun. gözlerinde kontrol duygusu hariç her şeyi gördüm. korku, endişe, dehşet... sanırım kendimi anlatabildim artık. bana bir şey olursa kendini suçlamadığın tek bir gün geçmeyecek. şimdi ne anlatmaya çalıştığımı gerçekten anladın mı?
sinirlerime hakim olamıyorum. beni böyle tetiklemeye ne hakkı var ki? benim tertemiz bir geçmişim olduğunu mu sanıyor? yoongi'yi yakasından tutup duvara elimden geldiği kadar yavaşça çarpıyorum.
+sana bu terapi odasının içinde ve dışında eşitim ve meslektaşım gibi davrandım yoongi. sadece bir hastam değil. senin gücünü ve iradeni küçümsemedim. potansiyeline güvendiğim için seni olman gereken şey için zorluyorum. ne olman gerektiğini ben söylemiyorum sana, senin kalbin, beynin ve ruhun söylüyor. sen duyamıyorsun sadece. benimle sürdürdüğün ilişki senin kendini duyamadığın yerlerde benim senin yerine duymam üzerine temelleniyor zaten. çok zeki olabilirsin, bugün başlasan benim doktoradaki sınıf arkadaşlarımdan daha iyi bir psikolog olursun. bunu sen de biliyorsun. neden kendini bundan mahrum ediyorsun aslında biliyor musun? sen kendini cezalandırıyorsun. evet, hala. kendini kesemiyorsun ve aç bırakamıyorsun, gözümle görebileceğim tüm kendine zarar verme yöntemlerini elinden aldım. sen kendini yaşaman gereken hayattan mahrum ederek cezalandırıyorsun. hala ikna olmuş değilsin, hoseok'un hayatının yitip gitmesi senin suçun değil. kendi hayatını feda ederek, yaşarken ölerek bedelini ödeyemezsin. bütün bunları karşılıklı oturduğumuz koltuklarımızda konuşmak isterdim ama böyle bir yüzleştirme sanırım ancak bu şekilde yapılabilirdi. ayrıca bir daha sakın beni bu şekilde deneme. önleyemediği ölümler üzerine yaşanmışlıkları olan bir tek sen değilsin.
yakasındaki ellerimi bırakıyor ve gözlerimi gözlerinden çekiyorum. gözleri soru işareti dolu olarak bakıyor bana. ama onun sorularına ayıracak enerjim yok. gözlerimi yerden kaldırmadan kapıyı açıyorum.
+önümüzdeki hafta görüşmek üzere.
ayakları buradan ayrılmak istemeyerek gidiyor.
o gittikten sonra kapıyı kapatıyorum ve sırtımı dayayıp yere çöküyorum. şimdi kendi gerçeklerimle yüzleşme vakti.
***************
herkese selam, ben sonunda uzman psikolog oldum. neyin uzmanı bilmiyorum ama. uzmanlığın uzmanıyımdır herhalde.
yoongi de psikolog olur mu sizce? olmalı mı, çok yolu var mı?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
karınca kumu [namgi]
Fanfickendisinden yıldızlarca uzak yoongi'nin hayatına, aklının ve kalbinin tam merkezine oturacak bir adam yerleşiyor. yoongi'nin dönen başını yörüngeye sokan psikoloğu namjoon'a tutulmasının hikayesi.