0.⁹

257 44 5
                                    

"Dikkat et ellerimi bırakma." Sıkı sıkıya tutunduğum ellerinin yanında bir adım daha attım. Nereye gittiğimi bilmeden. Burnuma çalınan serin ve nemli hava tanıdık hissetirse de ellerimdeki Ten'in elini sıkı sıkı tutmanın etkisiyle beynim pek iyi çalışmıyordu. Buraya gelene kadar sadece kapalı gözlerimle ellerini tutmuştum. Arabada sadece hoş sesini dinlemiştim. Beni nereye götürdüğünü bilmiyordum sadece ona güveniyordum. Ten'in bana kötülüğü olmazdı. Beni kendinden daha iyi korurdu.
"Önünde bir basamak var. Daha sonra aşağı ineceksin. Dikkat et." Bir eli yavaşça belime dolanırken midemdeki tatlı sızılarla kıvrandım. Mahvediyordu beni. Cansız, incecik ellerimi tutarken, zayıflıktan incecik olan belimi sararken. Yok oluyordum her seferinde. Heyecanlanıyor muydum ona her bu kadar yaklaştığımda? Yoksa bu daha önce hiç adını duymadığım duygulardan biri miydi? Ne anlam ifade ediyordu Ten benim için? Bunun cevabı basitti aslında. İlkim ve tekim. İlk kez birinin gözlerine bu denli bakabildiğim, ellerini güvenle tutabildiğim, içimdeki duygu gerçekten sevgiyse ilk defa ona karşı hissedebildiğim. Ten benim için bambaşka bir sayfaydı. Hayatım boyunca gözlerini sevebileceğim, bunun yanında dudaklarımı seven ilk insandı. Benim için ağlayan her daim yanımda olacağına emin olduğum kişiydi. Ya giderse yoktu bizim için. Gitmeyeceğini biliyordum. Adımdan daha emindim buna.
"Hazır mısın?" Sesiyle beraber esen rüzgar havalı film sahnelerinden biriymiş gibi hissettirmişti. Hoş baş karakterin sokaktan geçerken saçlarını uçuran rüzgar gibiydi. Kokusunu tüm mahallede gezdiren aşığının burnuna çalan türdendi. Burnuma çalınan Ten'in kokusuyla beraber.
"Yanındayım Taeyong. Burda olacağım." Başımı hipnotize olmuş gibi sallarken gözlerimi araladım yavaşça.
Evden çıktığımdan beri açmadığım gözlerim yavaş yavaş açılırken önce etrafı seçemedim. Birkaç saniye sonra gözlerim ancak alışabildi yoğun ışığa. Hemen karşımdaki Ten'in parlayan yüzü gözlerimi alırken önümden çekilmesiyle karşımdaki manzaraya karşı kalakaldım. Ellerimden ayrılan ellerin ve karşımdaki koca sahnenin şokuyla olduğum gibi kalırken tuttuğum nefesimin farkına varamadım. Renkli ışıklarla aydınlatılmış nehirin kenarındaydık. Karşımdaki koca koca binalar, uzun ihtişamlı köprüler etrafımdaki yoğun ses şimdi dikkatimi çekiyordu. Nerede olduğumdan emin değildim. Ten'in hastane terasından gösterdiği şehrin içindeydim, sadece bunu biliyordum.
Ne zaman yumruk haline getirdiğimi bilmediğim ellerimin arasına sıcak parmaklar dolandığında ciğerlerimi zorlayan soluğu verdim dışarıya.
Ben küçücük kalmıştım. Her şey o kadar büyük o kadar yabancıydıki çoğu şeyin ne olduğuna emin bile değildim. Bu beni ölesiye korkutmuştu.
Elimin üzerini düzenli bir ritimle okşayan Ten'in parmağı hissettiğimde dolu gözleriyle beni izleyen gözlerine çevirmiştim yüzümü.
"Bunun zorluğunu tahmin edemem Taeyong ama yardımcı olabilirim sana, konuş benimle." Boştaki elimle istemsizce yüzümü kapatırken ne söyleyebileceğimi bilmiyordum. Nehrin tanıdık kokusu şimdi daha netti.
Birkaç kez konuşmak için açtığım ağzımdan kelimeler dökülemezken sadece dudaklarımdan bir fısıltı olarak "korkutucu" çıkmıştı. Neden korkuyordum bu kadar? Ayak uyduramamaktan mı? Yoksa bu devasa şehrin arasında kaybolmaktan mı? İşte bunu bilmiyorum, buna verebileceğim bir cevabım yoktu.
Güzel ellerinden boştaki yavaşça yüzüme tırmandığında bana her daim güven verici gülümsemesi vardı yüzünde. Aynı beni kapsülden çıktığımda sardığı gibi. Sakinleşmemi fısıldarkenki gülümsemesi vardı yine yüzünde.
"Yanında ben varım Taeyong. Biraz oturalım istersen." Nasıl göründüğümü bilmiyordum. Muhtemelen betim benzim atmıştı. Bunu her zamankinden daha soğuk ellerimden tahmin edebiliyordum.
Üzerinde bulunduğumuz çimlerin üzerine yavaşça otururken iki elimide kucağına çekip sımsıkı tuttu tek eliyle. Montumun yakalarını birleştirirken gülümsemeye devam etti.
"Yabancı hissediyorum. Çok fazla." Gözlerim korku ve anlamsız bir hayranlıkla etrafta gezerken her bir parmağımı tek tek sevişine verdim dikkatimi. Bunun beni nasıl rahatlattığını anlatamazdım. Kelimelerim yoktu bunun için.
"Burası sandığın kadar yabancı değil Taeyong. Aslında.. bunu nasıl söylesem?" Sıkıntıyla dudaklarını dişleri arasına almış ezerken gözlerim gözlerine tutundu sıkıca. Aynı ellerine sıkıca tutunduğum gibi. Tutmasaydım düşerdim çünkü.
"Burası babamın seninle ilk kez karşılaştığı yer. Önceden burda kayalar varmış biraz yüksekmiş. Zaman içerisinde bu hale gelmiş." Gözlerimin önünde o günkü sahne dönerken yüreğim sızladı. Bay Seo'nun üzerine oturup tüttürdüğü piposunun ağır kokusu bile geldi burnuma.
"Bambaşka bir yer olmuş." Titreyen sesimin ardından yüzüme tanıdık olmayan bir gülümseme oturmuştu. Bu his neydi bilmiyorum. Özlem böyle bir şey miydi?
Bağdaş kurduğu bacaklarlarını açtıktan sonra daha da yakınıma geldi. Çiçek kokusu öyle nettiki şu an her şeyi unutmuştum. Tüm yüreğimdeki sızıyı, korkuyu, heyecanı. Hepsi kaybolmuştu. Sadece huzur vardı. Başını omzuma yasladığından beri içimde sadece tarifsiz rahatlama vardı.
"Babam ilk oğlunun sen olduğunu söylemişti. Seninle çok kısa bir süre geçirmesine rağmen sana tarif edemediği bir bağlılık duyuyordu Taeyong. Bizde ilk baba oğul konuşmamızı burda yapmıştık. Bu yüzden seni hep buraya getirmek istedim. Sen uyanmadan önce sana hayrandım, bağlıydım bunun ne olduğunu doğrusu bilmiyorum. Ama sen tahmin ettiğimden çok başka birisin Taeyong. Her gün görmek istediğim, ellerini tutmak istediğim tek kişisin. Gözlerine dahi hayran olduğum, içimdeki tüm bu kontrol edemediğim beni taşıp geçen sevginin sahibisin. Buraya getirmek istedim seni, çünkü burası bizim başlangıcımız. Ben daha doğmadan önce kaderimizin belkide yazıldığı yer burası. Sana aşık olduğumu burda söylemek istedim Taeyong. Biliyorum biz farklı zamanların insanlarıyız. Ama içimdeki hisleri daha fazla durdurmayacağım." Başı hala omzumdayken renkli ışıklarla donatılmış nehri izliyordum. Anlattığı çoğu şeyin yüreğimi ezen hisler olduğunu bilmek tüm vücudumu kıvrandırıyordu. Aşk mıydı içimdeki bu duygu? Ten'e çok başka hislerimin olduğunu biliyordum. Buna şaşırmamıştım. Ama bunu yapabilir miydim? Ellerini korkmadan tutabilir miydim? Yapmak istediği her şeyi onun için yapabilir miydim?
Hiç şüphesiz bunu yapardım.
Başımı yavaşça başının üzerine yasladığımda ellerine daha sıkı nasıl tutunabilirdim bilmiyorum.
Tüm gece orda otururken sadece tek bir şey söyleyebildim ona.
"Beni sevdiğin için teşekkür ederim Ten."

fifty years later. • taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin