0.³

404 61 8
                                    

Birkaç güzel anım vardı hatırlamaya değecek çocukluğuma dair.
Şu an bu sessiz odada boydan camın önünde yağan yağmurun eşliğinde tamamen değişen dünyayı izlerken düşünüyordum bunu yine defalarca olduğu gibi.
İçeriye koyu bir karanlık nam salmışken son birkaç gün gözlerimin önüne geldi.
Tuhaftı her şey. Bambaşkaydı. Bir tek ben aynıydım, yani sanırım.

Kapsülün içerisindeki ufak çırpınmalarım hala korkulu rüyam gibi gözlerimin önünden gitmezken kasılan bedenimi rahatlatmak gün geçtikçe zorlaşıyordu. Ciğerlerimi kor ateşçesine yakan oksijen yuvalarından fırlamamak için son kez sıkı sıkıya tutunan gözlerim. Canım çok yanmıştı o an.
Hala yanan canımın aksine doktorlar iyi olduğumu fısıldıyordu birbirlerine her seferinde. Neler yaşadığımı bilmeden. Kolumda koca bir izle yaşamak zorundayken.

Delicesine olan titreyişlerim hala arada yoklarken onun dışında pek bir farkı yoktu şu an ki yaşamımın.

Tek fark bendim. Fazlaydım. Hep olduğu gibi.

Küçük yaşta ailesi tarafından kelimenin tam anlamıyla terk edilmemiş minik bir çocuktum. Annesinin ayda bir belki iki kez eve uğradığı babasının çoğu gece eve gelmediği kendi kendine yetmeye çalışan bir çocuktum. Korkunç gecelerde tek bir sığınak bulamamış bir çocuktum ben.
Ya da her gün bir umut annesi ve babasının evde olmasını uman bir çocuktum.
Korkunç bir geçmişti benimkisi. Komşu çocuklarının sürekli anlattığı hayalet hikayeleriyle aklımın bulanmasına müsade edecek saf bir çocuktum belki de.
Tek istediği iyi ebeveynler olan bir çocuk.

İkinci hayatıma gözlerimi açtığım ilk anları pek anımsayamasam da birkaç ufak andan biri olan çekik gözler hatırlıyordum. Boğuk yardım edinler.

Kapsülden çıktığımda patlayacak ciğerlerimin nasıl rahatladığı az buçuk hatırımda hala. Gözlerimden dökülen yaşlar.
Hızla battaniyeye sarılmamla birlikte birçok insanın nasıl etrafımda döndüğünü hatırlıyorum. Ama hiçbirinin yüzünü görmüyorum. Sadece kolları battaniyeyle birlikte etrafıma sarılı bir çocuğu görüyorum. Onun koyu, güzel, çekik gözlerini hatırlıyorum. Daha sonraki anılarımsa pek düzgün değil.

Tanımlayamadığım tonlarca aletle tedaviye başladıklarında ben bende değilim aslında. Beynim pelte olmuş gibi. Daha çok felçli bir hasta gibiyim o an. Beni bu durum korkuturken onlar oldukça sakinler. Uzun süre uyumamın yan etkisi olduğunu zamanla düzeleceğini boğuk ve net olmayan sesleriyle fısıldayıp duruyorlar. Oldukça korkutucu. Sonrası ise yok yine.

Aradan ne kadar geçtiğini bilmeden gözlerimi tekrar araladığımda birazcık daha güç buluyorum kendimde. Yaşlı bir adamın saçlarımı sevişi hala içimdeki acıyı harlıyor, canımı yakıyor.
Bunun Bay Seo olduğunu bilmekse hepsinden daha kötü.
Değişmeyen güçsüz gülümsemesiyle birlikte oldukça zayıflamış güçsüz görüntüsü yüreğimi burkuyor. Başındaki şapkasını çıkarıp kenara koyduğunda gözlerimin dolmasına engel olamıyorum. Siyah gür saçlarından tek bir tel bile kalmamış başının üzerinde. Hatta yaşlılığın getirdiği lekelerde bezenmiş teni. Üzerindeki derisi ütülenmemiş gömlek gibi buruşmuş. Fakat değişmeyen şeyler var hala. Sevinli gülümsemesiyle kısılan gözleri hala aynı ve cebindeki kıymetli piposu.
Elleri yavaşça boynumdaki kolyeyi bulduğunda gülümsemişti. Orda olduğunu bile unutmuştum doğrusu.
"İyisin Taeyong, sana verdiğim sözü tutmaya geldim." Ufak şişenin içindeki kağıdı zorlukla çıkardığında ardındaki adama uzattı. Bazı yerleri yırtılmış, bazı yazıları solmuş kaybolmuştu.
"Tüm mal varlığım Lee Taeyong'a aittir bundan sonra." Belki o an konuşabilsem onu gördüğüme sevindiğimi söylemek isterdim. Yaşlı gözlerini yeniden görme şansım olduğu için mutlu olduğumu söylemek isterdim.
Tanımlayamadığım hayal dahi edemeyeceğim boyuttaki teknolojiyi dert etmemiştim o an.
Ardındaki şık takım elbiseli adam çıktıktan sonra odanın içerisinde yalnız kalmıştık. Yanımdaki sandalyeye bastonuna tutunarak oturmuş, ellerini yavaşça saçlarıma çıkarmıştı.
Öyle güzel seviyordu ki ağlamak istiyordum.
İlk kez böylesine seviliyordum. İlk kez böyle kıymetli hissediyordum.
"Seni yeniden görebildiğim için mutluyum Taeyong. Zorlanacaksın çünkü bıraktığın dünyadan çok farklı burası." Gözlerim hızla tekrar dolarken indirdiği sıcacık elleriyle buzdan farksız olmayan ellerimi sarmıştı.
Üzerindeki pahalı kıyafetler, buruşmuş derisinin yanında hiç kalmıştı gözümde.
"Fazla zamanım yok Taeyong. Yine de son anıma kadar yanında kalmak istiyorum. Sana verdiğim sözleri tutabildiğim için mutluyum." Yüzüne yerleştirdiği gülümseme sonrası sandalyeye yaslı bastonuna yaslanmıştı tekrar.
"Hatırladığından çok yaşlıyım değil mi?" Tekrar gülümsediğinde içimin ısındığını hissetmiştim.
Sıcacık hissediyordum, fiziksel olmasada.
"Sen hala çok güzelsin Taeyong. Genceciksin. Saf güzelliğin hala yüzünde." Gözlerimden akan yaşlar yüzümde yol çizmeye başladığında gülümsemeye çalışmıştı. Benden çokta farklı değildi.
"Kafa yorma hiçbir şeye olur mu Taeyong. Sadece yaşa. Teknoloji anlayabileceğin boyutu geçeli yıllar oluyor. Vücut ısın yakında normale döner. Sağlıklı bir birey olursun yakında, tekrar." Başımı salladıktan sonra kolunun altındaki bastonla tekrar ayağa kalktığında piposunu yavaşça yanımdaki komidinin üzerine doğru uzattı.
"Bu sana armağanım Taeyong. Çok üzülme." Son sözünü söyledikten sonra kamburlaşmış sırtıyla yürümeye başladı.
Kalbim sızlıyordu. Hemde çok.
"Sizi görebildiğim için mutluyum Bay Seo." Fısıltıyla ve yer yer yuttuğum hecelerlede olsa söylemiştim. Hafifçe döndüğünde yaşlı gözleriyle ve mutlulukla başını sallayıp odadan çıkmıştı.
Sözüm vardı ona. O bana bir şans vermişken ona verdiğim sözü tutmalıydım.
İkinci hayatımı güzel yaşamalıydım.

fifty years later. • taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin