1.⁰

263 40 0
                                    

Tuhaf olmaktan korkmuştum hayatım boyunca. Sahiden herkesin gördüğü güçsüz Taeyong olmaktan korkmuştum.

Gözlerimdeki parıltıyı her daim gizlemeye çalışırken, sıska vücudumun kırılıp parçalanmasından korkmuştum.

"Şuna baksanıza. Aynı ucube gibi gözüküyor."
"Eminim geceleri odasındaki ruhla arkadaşlık yapıyordur."
"Annem gözünün altındaki iz yüzünden lanetli olduğunu söyledi."

Lanetli miydim sahiden?

Değilsin Taeyong. Sana yemin ederim.
Konuşmasada bunu demek ister gibi bakıyordu Ten yine gözlerime. Bunu ima etmek ister gibi seviyordu yara izimi. Sen lanetli değilsin Taeyong diye fısıldıyordu tenime.

Güneş tamda salona dönmüşken parlak rengini Ten'in yüzüne bulaştırıyordu. Burnunun şirin gölgesi yüzüne düşüyor dudakları parlıyordu.
"Bu Taeyong, çok güzel." Yara izimi sevmeye devam ederken yüzündeki gülümseme genişledi. Üzerindeki bol tişörtünün kollarını çekiştirdi.
"Ne zaman oldu?" Meraklı ve bir o kadar da sevilesi sesiyle konuştuğunda tebessüm ettim.
Ders çalışacağını söyleyip bir ton kitap yığmıştı sehpanın üzerine. Şimdi yanıma oturmuş kollarımın arasında kayboluyordu.
Bu kadar sevilesi olmayı nasıl başarabiliyordu?
"Küçükken, beni kovalayan çocuklardan kaçıyordum." Her kelimemde kaşları çatılırken gülüşü düşmüştü. Kızdım kendi kendime. Gülüşünü yüzünde tutmayı bile başaramıyordum.
Kafasında binbir soru dolaştığını fakat beni kırmamak için sormadığını biliyordum. Ten ince düşünürdü. Bana bırakmıştı. Eğer anlatmak istersem anlatacaktım, istemezsem unutacaktı. Anlatmak istedim ona. Ten'imden başka kimim vardı şu hayatımda?
"Yaşıtlarım arasında her zaman küçücük kalıyordum. Kendimi korumayı bilmiyordum. Bu yüzden onların oyuncakları olmuştum. Çoğu zaman korku hikayeleri anlatırlardı, eşek şakaları yaparlardı. Ailede olmayınca ardımda, onların kolay avları haline gelmiştim. Üzerime böcek atmak istediklerinde kaçmaya başladım. Sonrada düştüm ve böyle oldu." Yüzümde tutmaya çalıştığım gülüşün ardından elimin üzerini okşayan eli yavaşladı. Dudakları konuşmak için aralandığında vazgeçti. Elleri yüzümü buldu. Sonra öpmeye kıyamadığım dudakları yara izimin üzerini kapattı.
O birkaç saniye öylesine mahvetmişti ki beni boşluktaki ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Gözlerim kapandı. Güzel yüzünü her daim önümde görmek istesemde bu kadarını kaldıramazdım.
O an Ten sadece yüzümdeki yara izini değil yüreğimledikileride kapattı. Onardı. Dudaklarıyla yok etti.
"Biliyor musun Taeyong, sana dair en sevdiğim şeylerden biri o." Parmakları üzerini okşamaya devam ederken başı yavaşça yana düştü.
Nasıl beni sevdiğini bu kadar iyi hissettirebiliyordu bilmiyorum. Hayatım boyunca sevginin zerresini tatmamış ben, bu duygunun sevgi olduğunu nasıl bilebiliyordum? Ten beni nasıl görüyordu da sevmek istiyordu? Ucube değil miydim yani ben?
İncecik parmakları elmacık kemiklerime indiğinde düşüncelerimin üzerini dağıttı. Sadece gözleri kaybolana kadar gülümsedi.
"Biliyor musun benimde bir yara izim var." Merakla kaşlarım havalanırken o hızlı bir şekilde kollarımın arasından çıktı. Ten çok sevmesede gülüşlerinden çiçekler dökülüyordu avuçlarıma sanki.
Üzerindeki tişörtü düşünmeden çıkardığında başını hafifçe aşağı eğdi. Hala gülümsüyordu.
"Nasıl olduğunu bilmiyorum. Kendimi bildim bileli var." Gözlerim utançlada olsa göğsündeki hilal şeklindeki ize kaydığında titreyen ellerimi sakladım.
İçimdeki bir ses dokunmak istiyordu. Belkide öpmek.
"Pek dikiş izi gibi değil tuhaf duruyor ve hiçbir zaman sevemedim." Gözlerim gözlerine çıkarken titreyen ellerim kendi kendine havalandı.
Gözümdeki kusursuz Ten imajından yine hiçbir şey kaybetmiyordu. Kusur olarak bahsettiği şey bile onu mükemmel kılıyordu. Kendinden hiç haberi var mıydı acaba?
Ortamın tuhaflaştığını hissetsemde ses çıkarmadım. Şimdi o da yaptığı şeyin farkına varmış kulakları kızarmıştı.
Ten yarı çıplak karşımda oturuyor bense hala dokunup dokunmamak arasında gidip geliyordum.
Batmak üzere olan güneş kızıl karanlığını üzerimize saldığında elleri havadaki elimi buldu.
Gözlerim anında gözlerine çıkarken elimi geri çekmek istedim. Hala o kadar sessizdi ki ortalık, çıldırmış kalbimin sesi kulaklarımda geziyordu. Hatta parmaklarımın ucu sanki kalbim oradaymışçasına zonkluyordu.
Elleri havadaki elimi sabit tutarken kendine doğru çekmeye başladı.
Tenine dokunduğumda tüm vücudum eridi. İzinin dokusu ve teni arasındaki çizgi arasındaydı parmaklarım. Kanımın tüm akışı kulaklarımı uğuldatıyordu.
Bana ne oluyordu?
"Eğer yarın bir yere gitmek istesem benimle gelir misin?" Sesi derin bir kuyudan çıkarmış gibi yankılandığında gözlerine baktım sadece. Kalbinin atışını elimin altında hissedebiliyordum. Benimkiden çokta farklı değildi.
"Üşüdün mü sen." Elimi göğsünden hızla ayırdığımda konuyu değiştirmek ister gibi bana yaklaştı yavaşça. Eline aldığı tişörtünü geri üzerine geçirdi. Kollarını hızla etrafıma doladı.
Bunlara alışmamın zaman alacağını ikimizde biliyorduk. Neyseki Ten çokta üzerime gelmiyordu. Ona dokunmak, öpmek, sarmak ve sarmalamak için bir yanım yanıp tutuşsada duruyorduk bir şekilde.
"Gelirim." Dudaklarından şaşkınlıkla bir hımlama çıktığında boynumdaki başını tekrar kaldırmış gözlerime bakmaya başlamıştı.
"Gittiğin her yere gelirim. Eğer senin yanındaysam aşamayacağım bir şey yok. Bana geçen gün bunu gösterdin." Yüzündeki gururlu gülümsemeyi görebiliyordum. Daha sonra çeneme bıraktığı hayalet öpücükleri takip etti bunları. Ben verdiğim sözü tutmuştum. Herkesten daha güzel yaşıyordum.


"Ya acırsa? Bence vazgeç." Üzerindeki deri ceketi çıkartırken ellerine sardığım ellerime baktı birkaç saniye. Kendimizi nasıl burda bulmuştuk bilmiyorum. Sabah beraber kahvaltı yapmış ardından Ten'in acele ettirmesiyle hazırlanmıştım. Ve şimdi burdaydık.
Duvarların tamamen desenlerle ve rengarenk boyalarla boyandığı ufak bir salon. Ten güzelleştirebiliyor sadece burayı. Onun heyecanla bakan parıl parıl gözleri.
Daha sonra kızıyorum biraz kendime. O bu kadar istiyorsa belkide onu engellememeliyim.
"Ellerimi tutuyor olacaksın. Hissetmeyeceğim bile." O an bana nasıl tutunduğunu fark ediyorum. Uzamış saçlarının yüzünün iki yanına nasıl dağıldığını ve her koşulda nasıl güzel olduğunu düşünüyorum tekrar.
Ben elini tutunca hissetmeyecek miydi? Asla bırakmazdım o zaman ellerini.
"Biyolojik ailemin bana bıraktığı bir iz bu Taeyong. En son sen dokundun ama iyileşemedi işte. Daha fazla taşımak istemiyorum." Dolan gözlerini birkaç kez kırpıştırdığında mümkünmüş gibi daha güzel gülümsedi.
"Hem en son senin dokunuşlarını saklayacağım yine orda." İkimizin bulunduğu bu odada başka kimse yokken bir kez daha yuvarlandığımı hissettim Ten'e. Aşk mıydı bu bilmiyordum. Sadece ölüyordum ona her baktığımda. Ellerini her tuttuğumda beynim bulanıyordu. Kayboluyordum siyah gözlerinde. Ten benim için sadece Ten'di. Bunu yarım duygularımla ifade edemezdim.
Kemikli ellerim yüzüne tutunduğunda bana baktı sadece. Dudaklarımı kurumuş dudaklarına bastırdığımda dudaklarımın altında gülümsedi.
"Pekala artık kesinlikle başlayabiliriz." Kapıdan içeriye giren çocuğa hitaben konuştuğunda oturduğu yere uzandı. Ellerimi hiç bırakmadı. Telefonuna gelen onlarca mesajdan habersiz o gün ne kadar ıssız sokak varsa gezdik. Her köşede öpüştük. Deldirdiğim kulaklarıma küpeler aldık. Ama bir kere bile ellerimizi bırakmadık. Bir adım dahi uzaklaşmadık. Her köşeye adımızı, adımlarımızı kazıdık. Bu sokaklar 50 yıl önceki Taeyong'u nasıl unutmadıysa 50 yıl sonraki Taeyong'u da unutturmadım. Ben herkesten daha güzel yaşadım.

 Ben herkesten daha güzel yaşadım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
fifty years later. • taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin