0.²

467 59 7
                                    


"Sana ne olacağını görmek ister misin?" Üzerime bıraktığı battaniyeye bakıp yüzüme ruhsuz bir gülümseme yerleştirmiştim.
Saatlerce ağladıktan sonra yorgun gibiydim. Beni lüks gözüken -ki bana göre her şey lükstü- bir arabaya bindirmiş daha sonra hiç konuşmadan buraya getirmişti. Doğrusu daha iyi bir yer beklemiştim. Ama burası derme çatma bir kulübeyi andırıyordu. Hatta birkaç nokta yağan yağmuru bile içeriye akıtıyordu.

Üzerindeki pahalı kabanı çıkarıp merakla yüzümdeki gülümsemeye baktı. Zaman geçtikçe yüzündeki ifade bozuldu. Ne bekliyordu ki?
"Sadece bana sözün olanları ver yeter." Başını salladıktan sonra kaynayan suyu iki bardağa boşatmış tekini görüş alanıma sokmayı başarmıştı.
"Yan etkisi olur mu bilmiyorum ama sağlıklı olman gerekiyor, yani deney için."
Denek olarak adlandırılmak nedense umrumda olmamıştı. Uzattığı bardağı kavrarken soğuk eklemlerimin çıkardığı sesler sessiz odayı doldurmuştu.

Daha sonra hiç ses çıkmadı. İkimizde elimizdeki çayları içene kadar konuşmadık. Birbirimize bakmadık.
Bardağı yanımdaki ufak masaya koyduktan sonra ufak bir gülümseme kaçtı dudaklarından.
"Neden bu deney için bu kadar çabalıyorum biliyor musun Taeyong?" Gözlerini elindeki bardağa sabitlemiş bana bakmıyordu. Çayın etkisiyle ısınmıştım. Nasıl üşüdüğümün bu kadar farkında olmazdım. Üzerimdeki battaniyeye daha da sarınırken konuşmaya başladı tekrar.
"On dört yıl önce mutlu bir evlilik yapmıştım. Eşim bir şirketin varislerinden biriydi." Parmağıyla gösterdiği masanın üzerindeki çerçeveye baktım. Siyah beyaz fotoğrafta gördüğüm gülümsemeleri kıskanmıştım. Hiç böyle gülümsediğimi hatırlamıyordum bile. Saçları kısa bir kadın vardı yanında. Sarışın olduğunu tahmin ediyordum, oldukça alımlıydı da. Yanındaki adam ise şimdikin aksine daha yakışıklıydı. Zayıftı daha bakımlı duruyordu.
"Daha sonra ben bu projeyi bağımlılık haline getirdim. Yaklaşık on iki senedir bunun üzerinde çalışıyorum biliyor musun?" Gözleri dolmuştu. Bardağı masanın üzerine koymuş köşedeki piposunu tekrar eline almıştı.
Fazla içiyordu sanki.
"Evliliğimiz benim yüzümden bitti. Ona sözünü verdiğim şeyleri tutamadım. Zengiliği bile istemeden beni bırakıp gitti." Yüzünde tutturmaya çalıştığı aptal bir gülüş sonrası odanın içerisine tütünün acı naaşını yaydı.
Daha sonra çekmeceden çıkardığı kağıdı görüş alanıma soktu.
"Bu anlaşmamız. Oku eklemek istediğin bir şey olursa sonuna ekle." Uzattığı kaleme baktım bir müddet. Her şeyi pahalıydı. Hayran kalmıştım açıkcası ve uyandığımda bu zenginliğin bana kalacak olması içimde tuhaf bir mutluluğa sebep olmuştu.
Önümdeki kağıtla uzun uzun bakıştıktan sonra alttaki boş kısma imzamı atıp uzattım.
"Ben uyanana kadar bu anlaşmanın geçerli olacağını nerden bileceğim?" Başını sallamıştı defalarca daha sonra piposunu masanın üzerine bırakmıştı.
"Haklısın Taeyong. Hayatta hiç güvenebileceğin kimse olmamışken daha birkaç saattir tanıdığın birine güvenmek istemeyebilirsin." Üzerimdeki battaniyeye biraz daha sarıldıktan sonra soğumuş çayımın dibinde kalan son yudumuda içmiştim. O ise boynundan çıkardığı bir kolyeyi uzattı bana.
Minik bir kavanozu andırıyordu. İçindeki minik kağıdı çıkardıktan sonra kolyeyi bana uzattı.
"Bu eşimin bana bıraktığı son nottu. Saklamak istemiştim ama bu kolye şimdi sana lazım." Kağıdı en küçük hale gelene kadar katlamış daha sonra elimdeki kolyenin içine sıkıştırmıştı.
"Sen uyanana kadar ben muhtemelen ölmüş olacağım. Ya da çok yaşlı olurum. Bu anlaşma senin teminatın. Sen o tüpe girdikten sonra 50 içinde açamam. Yani kolyeyi boynundan çıkarmadan girebilirsin. 50 yıl sonra biri sana hizmet etmek için burda olacak Taeyong."  Başımı salladıktan sonra koltuğa yaslandım. Gözlerim kapanıyordu artık. İçtiğim çay mayıştırmıştı beni sanırım.
"Sen uyu Taeyong uyandığın zamana ben burda olurum." Üzerimdeki battaniyeyi düzelttikten sonra gitti.
Kapanan kapıdan sonra tekrar karanlıklaşan ortamda kapattım gözlerimi. Öyle sımsıkı yumdum ki gözlerimi tekrar açılmayacakmış gibi hissettim.


Soğuk havaya aldırmadan boynumdaki kolyeye tutundum. Önümdeki yarısına kadar kapalı devamı cam olan kapsüle baktım. 50 yıl boyunca zamanımı geçireceğim o kapsül korkutucu gelmişti bir anlığına.
"Ben son ayarları yapana kadar üzerine battaniye al istersen. Üşüme." Çıplak vücuduma bakmamaya çalışırken gülümsemiştim. Az önce 'kıyafetlerini çıkar' derken böyle durmuyordu.
Birkaç gündür alıştığım battaniyeyi tekrar üzerime aldığımda çıplak ayaklarımı oturduğum masadan sarkıttım.
"Hissetmeyeceğim değil mi hiçbir şey?" Soruma güzel bir gülümsemeyle bana dönmüştü.
"Bu yüzden intihar edemedin değil mi o gün Taeyong. Acı çekmekten korkuyorsun." Bu sefer gülümseyen bendim.
Hala battaniyeye sarılırken onda gezdirdim bakışlarımı.
"Önce jiletle bileklerimi kesmek istemiştim ama korktum. Daha sonra nehre gittim işte." Birkaç gün önce hayatımın en korku dolu anlarını şimdi bir gülümsemeyle anlatıyordum. Oturduğu yerden kalktıktan sonra yanıma yaklaştı. Elleri yavaşça saçlarıma çıktı.
"Güzel bir çocuksun Taeyong. Umarım bir sonraki hayatını mutlu yaşarsın. Umarım sana iyi bir hayat verebilirim." Elleri desteklercesine omzuma tutunduğunda anlamıştım vaktimin geldiğini.
Ayarlamalar tamamdı, her şey tamamlanmıştı. Bir tek kapsüle girmem kalmıştı.
Kabullenmişlikle ayağa kalktığımda boşta sallanan eli yakaladım.
"Umarım Bay Seo uyandığımda sizi görebilme şansım olur." Üzerimdeki battaniye yavaşça yerle buluştuğunda adımlarım soğuk betonun etkisiyle titretmişti. Yine de gülümseyerek girmiştim o korkutucu makinanın içine.
"Korkmanı gerektirecek hiçbir şey yok. Sadece damar yolu açacağım. Bilincini kaybetmeden önce hissedeceğin tek şey ayaklarından itibaren yükselen su olacak." Başımı onaylarcasına salladıktan sonra gelen ağlama hissiyle boğuştum dakikalarca.
Ama ağlamadım. Kolumdan içeri giren soğuk metalinin acısına bile ağlamadım. Umarım canım sadece bu kadarıyla yanar diye dua ettim defalarca.
Ama sonrası yoktu. Kapsülün kapağı kapandıktan sonra bile pek bir şey hissetmiyordum. Bağlanan ayak bileklerimden sürekli yükselen su ufak bir karıncalanma bırakıyordu benim üzerimde.
Başka bir şey hissetmiyordum.
Göğüs hizama gelen suyla birlikte başımı dikleştirip çizik camın ardında endişeli gözlerle beni izleyen Bay Seo'ya baktım. Dudakları ufak bir mırıldanmayla kıpırdarken ben gülümsedim. Öleceksem bile mutlu ölmek istedim.
"Özür dilerim Taeyong."

fifty years later. • taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin