1.²

208 32 11
                                    


"Üşümüyor musun?" Kollarımı etrafına sardığımda gülümsemiş sırtını göğsüme yaslamış yüzündeki donuk ifadeyi sevimli bir gülüşle süslemişti.

Aylar geçmişti. Ağaçlarda tek bir yaprak kalmamış biz kimin olduğunu bilmediğim bir dağ evinde ormanlık alanı izliyorduk. Ten, Bay Seo'nun ölümünden sonra tam toparlanmışken annesinin hayatımıza girmeye çalışmasıyla tekrar yıkılmış sessizleşmiş, içine dönmüştü.
"Sıcacık oldum." Üstümeki hırkayı onunda üzerine kapatmaya çalışmamla daha çok gülümsemiş kollarımın arasında dönüp kollarını belime sarmıştı. Güzelim kokusu burnuma dolmuş başı göğsüme yaslanmıştı. Yinede her şey olması gerektiği gibi değildi.

Ten mezuniyetten sonra yapmak istediği her şeyi 'ya annem gelirse' diye düşünerek ertelemek istemişti. Kızamıyordum ona, o yanımda olduktan sonra nerde olduğumuz önemli değildi benim için ama onun gönlü böylede rahat değildi işte bunu o günden beri kırgın bakan bakışlarından anlayabiliyordum.
"Yanakların kızarmış, hemen içeriye geçiyoruz." Adımlarını adımlarıma uydururken kapalı gözlerini açmamış yüzündeki tebessümü kaybetmemişti. Benim canım, kollarımın arasında dinlenirken başka kim umurumda olurdu ki?
Eve girdiğimizde ayağımızdaki ayakkabıları tekmelemiş gülüşlerimiz arasında onu sürüklemeye devam etmiştim. Oturma odasının ortasındaki sofaya oturduğumda kucağıma düşen Ten iyice yerleşmiş az önce uyurken üzerime örttüğü battaniyeyi üzerimize almıştım.

Ve sessizlik.

Nasıl yapacağımı bilmesemde konuşmak, ona destek olmak istiyordum. Şu saatten sonra annem gelse ne yapardım tahmin dahi edemiyordum.
"Güzelim." Ben sessizliği bozduktan sonra kedi gözlerini aralamış parmaklarını tişörtümdeki işlemenin üzerinde gezdirmeye başlamıştı.

Gözlerimden her yere kaçırdığı bakışları bir tişörtümde bir salonun içerisinde gezerken sessizdi. Beline sardığım kolumla onu kendime biraz daha çekerken derin bir nefes vermişti dudakları arasından. Tam öpülesi duruyordu şu an. Dolmuş yanakları yattığından dolayı sıkışmış yumuk yumuk olmuştu. Güzelim saçları iyice uzamış yüzünün iki yanına dökülmeye başlamıştı. Giydiği eşofmanım ona biraz uzun geldiğinden ayaklarını kapatmıştı. Vay canına şu an kucağımda kocaman bir bebek yatıyordu.
"Bunu yapmandan nefret ediyorum, beni savunmasız bırakıyorsun." Yüzünü göğsüme gizlerken gülümsemiş ben yatmak için hareketlendiğimde kucağımdan kalkmıştı.

Saniyeler sonra iki kişilik koltuğumuzda birbirimize dönmüş yatıyorduk. Yaktığım şömineden sadece çıtırtı sesleri geliyordu kulağımıza. Birde nefes sesimiz.

Dakikalarca oturduk öyle. Hiç konuşmadım, hiç konuşmadı. Saçlarını sevdim gözlerini kapatıp uyumayı bekledi. Ama bilirim Ten beynindeki binlerce düşünceyi kolay kolay dağıtıpta uyuyamaz.
"Uyandığım gün hiçbir şeyim yoktu Ten. Hemde hiçbir şeyim." Benim konuşmamla derin bir nefes vermiş belime sarılı kollarını dahada sıkılaştırmıştı. Nefesi hemen boynumun yanındaydı, kolları etrafıma sarılıydı. Bunun içime verdiği rahatlık hissini tarif edemezdim.

Onun konuşmayacağını anladığımda ben konuşmaya devam ettim. Belki bu iyi gelir bize diye düşünmekten alamadım kendimi.
"İnan Bay Seo gelene kadar ne olduğumu bile anlamadım. Başta onu tanımadım. Her şeyi kabullenmeye çalışırken sen geldin yanıma. Saçlarında ufak su damlaları, dolu gözlerinle. Bilmiyordum her şeyim olacağını o vakit. Sadece bakıyordum. Ama her şey değişti bak. Sadece Ten olarak baktığım çekik gözlü kedi çocuk her şeyim oldu. Bu yüzden sende benden gitme yalvarırım. Şu saatten sonra eğer senide kaybedersem hiçbir şeyim kalmaz Ten. Yemin ederim ilk kez birine karşı bu kadar savunmasızım. İlk kez birini öpüyorum, ilk kez birini seviyorum bunlar her ne kadar yetmiş yaşında da olsam benim için yeni şeyler." Yüzümde gezen parmaklarıyla söylediğim son cümleye gülümserken biraz daha yaklaştı bana doğru. Düşmemesi için belinden kendime çekerken cümlelerimi tarttım defalarca aklımda. Ona yanlış bir şey söyleyipte canını yakmak istemiyordum. Canımın canını yakmamak için ben her şeyi yapıyordum.
"Bir ebeveynimiz olmak zorunda değil Ten. Sen bana yeri geldi bir sevgili oldun, yeri geldi ateşlendim annem oldun, yeri geldi sıkıntılarımı dinleyen babam oldun yeri geldi arkadaş yeri geldi kardeş gibi oldun. O vakitte bir ebeveynim yoktu şimdide yok. Yinede sana sahibim. Güzel sevgilime sahibim." Dolu gözlerinden üç damla yaş dökülürken uzun saçlarını kulağının arkasına sıkıştırmış gözyaşlarını silmiştim. Ten ağlamamalıydı. Güz vaktinin son zamanlarında da olsak bir gülümsese bahar gelirdi bizim buralara. Yağmurlar diner, soğuk ayaz gider yerini Ten'in çiçeklerine bırakırdı.

Bu yüzden daha çok sevdim onu. Hiçbir zaman ısınmayan bedenime kışı getirsin istemedim. Biraz bencilce olabilir ama Ten bana hep gülümsesin istedim. Çünkü Ten üzüldüğünde karakış bu hasta bedenimi kaskatı keser, beni canımdan ederdi.

Soğuk parmaklarım yüzünün her bir zerresine rengarenk boyalarını bırakırken kapalı gözleri yavaşça aralandı. Koyu gözleri nasılda güzeldi.
Yemin ederim Bay Seo'nun bana verdiği en büyük hediye sayamadığım kadar mal, mülk, para değilde bu kedi çocuktu.
Bunca yıl sonra bambaşka bir boyutta bana sevmeyi, sevilmeyi, güveni, kendimi sevmeyi öğreten bu kedi gözlü çocuktu. Sadece Ten'den bu yana çok şey değişmişti işte. Ne ben eski farklı renge bürünmüş gözleri için ağlayan Taeyong'dum ne de Ten bana uzaktan bakan eski Ten'di.

Dudaklarımı yumuşacık yanaklarına bastırdığımda sırtımdaki parmaklarının kıvrılışını hissettim. Güzelim kokusunu derin derin ciğerlerime çektim. Buna paha biçemezdim. Kollarımın arasındaki kimsesiz bu çocuğu sevmeyi hiçbir şeye değişmezdim. Bu yüzden bilmeliydi, onu ne denli sevdiğimi.
"Biliyorum henüz yetersizim ama bende sana aile olmak için çalışabilirim Ten. Senin kadar çok kitap okumadım ya da senden başka birisi bana seni anlatmadı ama çabalarım Ten yemin ederim. Böyle yapma sadece. Sen sanıyorsun ki sadece kendine yapıyorsun bunu ama öyle olmuyor. Benim canım kendine bu kadar çektirirse ben nasıl iyi olurum?" Aralık dudaklarından ufacık bir hıçkırık kaçarken kendini sıkmayı bırakmıştı sonunda. O günden sonra ilk kez ağlarken bekledim bulutları yüklerini bıraksın diye. Saçlarını sevdim, sırtını sıvazladım. Belki bu iyi gelir diye sıkı sıkı sarıldım. Dakikalar sürdü gözyaşlarının ve hıçkırıklarının yerini iç çekmelere bırakması. Kollarını bedenime mümkünmüş gibi dahada sıkı sıkı doladı. Yüzünü hemen yanımdan hiç ayırmadı. Kızarmış burnunu, kızarmış yanaklarını öpmekten geri almadım kendimi. Şimdi daha iyi gibiydi. Tüm yüklerini dökmüş ve rahatlamış gibiydi.
"Ben bilseydim sana zarar verdiğimi yemin ederim yapmazdım bunu Taeyong." Parmaklarım saçlarında dolandığında yattığı yerde doğruldu. Üst katta bir yatak vardı yinede her fırsatta buraya kıvrıldığımızdan yabancılaşmıştık bu durumu. daha sabah uyandığımda bu şekilde oturmuş düşük yüzüyle beni izlerken yakalamıştım onu. Neyseki çok sürmemişti bu durum sahici olmasada gülümsemişti Ten.
"Biliyorum Ten." Bende yattığım yerde doğrulurken düşen başını kaldırmıştım parmaklarımla. Omuzlarından çekip kollarımı etrafına sarmıştım. Birkaç saniye bile sürse o an yüreğime su serpmişti.
"Sen bana zarar vermezsin, sen beni herkesten korursun kendinden bile. Ama bunu istemiyorum Ten. Beni kendinden koruma." Parmaklarıma inen eli sıkı sıkıya tutunduğunda bu sefer derin bir nefes veren bendim. Sanki elini tutmasam, yanımdan bir an bile ayrılsam kollarımın arasından kaybolacakmış gibi hissediyordum. Bu korkuyla yaşamak zordu yinede Ten yanımda olduğundan sorun etmiyordum. Sahiden aşk böyle bir duygu muydu? Bu daha çok bağımlılık gibiydi.
"Ben ona hesap sormak istedim. O beni ikinci kez terk etti. Bu yüzden ona bağırmak istedim Taeyong. Avazım çıktığı kadar. Bana verilen zarar kadar ona zarar vermek istedim ama bak hırsımı senden çıkardım." Nihayet düzene giren soluklarıyla tuttuğu elimi göğsüne çıkarmış hemen dövmesinin ve yara izinin üzerine bırakmıştı. Usul usul atan kalbininin gittikçe hızlanışını hissedebiliyordum. Bu büyü gibiydi.
"Bunun hesabını sormak istedim birde teşekkür etmek." Cümlenin sonunda doğru kaşlarım çatılırken ciğerlerine çekebildiği kadar nefes çekmiş güzelim gözlerini benim kusurlu gözlerime sabitlemişti.
"Kaderim beni nasıl senin karşına çıkartırdı bilmiyorum Taeyong ama beni bırakıp gittiği halde en güzel ve en erken şekilde seninle tanışabildim. Bu yüzden teşekkür etmek istedim. Ama o bunu bile hak etmedi." Ciğerlerime çektiğim her nefes dahada ağırlaşırken odağını kaybeden gözlerimi onun gözlerinde tutmak oldukça zordu. Kapsülden çıktığım anki gibi hissediyordum. Nerede ve ne halde olduğumu bilmiyormuş gibi. Bu neydi emin değilim. Panik atak mı yoksa başka bir şey miydi bilmiyorum. Ama saniyeler içinde hepsi bir anda geçti. Bilincim yerine geldiğinde titreyen bedenimden eser kalmamıştı. Şöminenin çatırtısı az önceki kadar derinden değil normal bir şekilde doluyordu kulaklarıma. Ve Ten dudaklarımın üzerine yerleştirdiği dudaklarıyla seviyordu beni. Sıcaklığı bir kış kadar soğuk bedenimi eritip yok ederken dokunuşlarıyla yeniden var ediyordu. Kaybolan soluklarımın yerine soluk olurken elini üzerine yerleştirdiği kalbim mümkün olan en normal haline dönmüş ve onun esiri olmuştu. Çok sürmeyen öpüşme faslı sonrası ayrıldığımızda anlını anlıma yaslamış derin derin soluklanırken gülümsemişti. O an evimize bahar gelmişti. Kelebekler uçmaya başlamış, binlerce çiçek canlanmış ufak çocuklar uğur böceği kovalamaya başlamıştı.
"Seni çok seviyorum Taeyong."

fifty years later. • taetenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin