Herkesin hayatında diğer yarısı olduğunu düşündüğü biri vardır. Henüz onunla karşılaşmasanız bile elbet o hissi yaşayacaksınızdır. Onun teninin teninize değdiği an tanrıya teşekkür edersiniz, onu size verdiği için. Gözlerinin gözlerinizle buluştuğu an kaybolup gitmek istesersiniz o derinlikte. Boğulsanız bile onun o gözlerinde boğulmak istersiniz. Onun dudaklarında hayat bulup, onun hayaliyle uyursunuz. Hayatınızda ikinizden başka hiç kimseye gerek duymazsınız. Her zaman her engeli beraber aşar, her yokuşun sonunda birbirinize sarılarak güç alırsınız. Eğer hayatınızda böyle biriyle karşılaşırsanız gerçekten şanslısınız demektir. Onlar da böyleydi işte. Okuldaki en sevilen ve en kıskanılan çift. Sanki dünyaya beraber olmaları için gelmişlerdi. Yağız ve Ecem...
Yağız'ın her kızın dalıp gitmek isteyeceği tarzdan olan masmavi gözleri vardı. Uzun boyu, dağınık saçları ve gamzesiyle gerçekten tavlayamacağı kız yoktu. Ama onun o gözleri Ecem'den başkasını görmüyordu ki... Küçükken anne babası ayrılmıştı ve genelde babasında kalıyordu. Annesinin yeni evlendiği adamın çocuklarından hoşlanmıyordu... Yağız kıskanç biriydi ve annesini kendi anneleri gibi sahiplenip, Yağız genelde babasıyla olduğu için ona nispet yapmalarını ne kadar yaşlarına verse de bir süreden sonra çekilmez oluyorlardı! Ama annesiyle dışarıda sık sık görüşmeyi de ihmal etmiyordu.
Ecem'in ise Yağız'ın hep eğilip öptüğü minicik bir burnunu onu çok şirin gösteren çilleri süslüyordu. Simsiyah olan gözleri ve kıvırcık saçları açık teni ile büyük bir uyum içerisindeydi. Babası o küçükken vefat etmişti. Nedenini bilmediği için annesine, teyzelerine sorduğunda sürekli geçiştirici cevap alıyordu. Belli ki öğrenmesini istemiyorlardı. O da zamanı gelince söyleyeceklerini düşünüp bir kaç ısrardan sonra zorlamıyordu.
Yağız'ın son senesi olduğu için her zamankinden daha sık ders çalışması gerekiyordu. Dışarıdan kötü çocuk havalarında görünen Yağız, derslerine de düşkündü ''Miniğim, ben kütüphaneye geçiyorum. Benimle gelmek ister misin?'' diye sordu. ''Bizim kızlar beni sınıfta bekliyordur şimdi. Onların yanına gitsem daha iyi olur. O üst üste olunca dağ gibi olan kitaplarını zaten 2 seneye sık sık göreceğim, bu sene ne kadar uzak o kadar iyi benim için,'' diyerek kıkırdadı ve kendi sınıfa geçti. Yağız ise dediği gibi kütüphaneye.
Çıkışta, her gün olduğu gibi, eve beraber yürüyolardı. Bu kez yanlarında en yakın arkadaşları Melike, Mert ve Ela da vardı. ''Mert! Size kaç defa söyleyeceğiz şu sigarayı içmeyin diye,'' dedi Ela.
Mert küçük çocuklar gibi dudaklarını büküp, ''Ama ama ama Ela gözlüüüm. Sen de biliyorsun bırakmayı ne kadar çok istediğimi.'' diye duygu sömürüsü yaptı. ''Vaaay, bundan senin de haberin var mı Merdo,'' dedi Yağız sigara dumanından gözünü kısarken. Kızlar kıkırdarken, Mert kaba bir şekilde taklidini yapmakla yetindi. ''Ela, ben artık kabullendim. Biz ne dersek diyelim bir bahaneleri var. Bir şey olsun da ders çıkaralım diye bekliyorlar herhalde,'' dedi Ecem konuyu dağıtmak için. 5 yakın arkadaş yolda eğlenerek ilerlerken teker teker evlere dağıldılar.Ecem düğünlere gitmeyi sevmezdi. Balık burcu olduğu için danslarda çalan romantik şarkılarda kendini tutamaz ağlardı veya damat ve gelini Yağız ve kendisi olarak hayal eder yine ağlardı... Annesi bu akşamki düğüne kesinlikle gelmesini söylemişti. O da yanına Melike'yi çağırdı. Kim bilir belki bir kısmet bulabilirdi Melikesine. Hemen Melike'yi aradı. Melike telefonu açar açmaz konuya girdi, ''Mel, ne olur pantolon tişört gelme bak düğüne gidiyoruz. Akşam saat 7'de kapımda ol, beraber gideceğiz. Eğer seni bakkala gider gibi giyinmiş görürsem hiç üşenmem evine beraber döneriz.'' Bunları tek nefeste söylediği için nefes nefese kalmıştı. Melike onun bu haline alışık olduğu için sadece "Sen merak etme patron!" diyip gülerek cevap verdi ve kapadılar.
Saat akşam 6'yı 50 geçe Ecemlerin evinin zili çaldı. Kapıda; boyu tam dizinde, vücudunu sarmış, belinde ufak bir siyah kemerle tamamlanmış lacivert elbiseli bir kız duruyor. Ecem onu ayaklarından başlayıp boynuna kadar süzerken ıslık çalmış ama yüzünü gördüğünde dudakları donmuştu. Melike, ''Senin için ablamın dolabından bunu ödünç ç-aldım. Sakın beğenmediğini söyleme,'' diye cırlarken Ecem çoktan gözlerini döndürüp onu içeriye sokmuştu bile. ''Birtanem çok güzel olmuşsun ama bu mükemmel elbiseye bu saç gitmiş mi hiç,'' diyerek mızmızlandı Ecem de.
Ayna karşısında bir süre geçirdikten sonra Melike teşekkür edercesine Ecem'in yanağından öptükten sonra onun elbisesinin güzelliğini de yeni fark ediyordu. Ecem'in üstünde dizinin üstünde fırfırlı bir eteği olan ince askılı siyah bir elbise vardı ve o kadar yakışmıştı ki...
''Kızım sen nasıl buluyorsun böyle elbiseleri! Bu güzelliğine bakarak kaç yakışıklı talip olacak acaba sana? Yağız delirecek,'' diyince beraber kıkırdadılar.
Sonra Ecemlerin arabasında arkaya oturarak yol boyu kendilerini övdüler.
Düğün salonuna geldiklerinde gerçekten büyük bir yer olduğunu gördüler. Saray gibi! İçeri girdiklerinde tüm gözler önce Ecem'e, sonra Melike'ye dönüyordu. Ecem bunu her kıza yaptıklarını düşünerek umrunda bile olmadı.
Vakit ilerledikçe Ecem'in oflamaları da artıyordu. Ama dikkatini biri çekmişti. Karşı masalardan birinde oturan siyah takım giymiş biri. Geldiklerinden beri gözünü onlardan ayırmamıştı. Melike'yi dürterek onu işaret etti, ''Ta-ta-taliiip,'' diyerek ellerini çırptı. Melike ise gözlerini devirdi. Ama atladıkları bir şey vardı. O yakışıklının gözü Melike'de değildi ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KURUKALABALIK
ChickLitHer güzelliğin içinde bir kusur vardır. Kalbin ile bakmadıkça bu kusur büyür, büyür, büyür... Kusurlar güzelliği kapatır zamanla. Anlarsın hayatın kusurlar ile dolu olduğunu. Anlarsın ayrılıkların kusurlar ile doğduğunu. Çok sonradan fark edersin, h...