Kırmızı-Siyah

22 4 0
                                    

Gruptakiler tam yemeğe oturdukları sırada Bayan Sandbourne içeri girdi.

Getirdiği haber hiç de iyi değildi. "Miss Temple hala kendine gelemedi. Şu ara hastaneden çıkması da imkânsız tabii." Genç kadın ondan sonra tur meselesiyle ilgilenmeye başladı. İsteyenler Londra'ya dönebilecekler, isteyenler bir iki gün sonra yola devam edeceklerdi.

Yemek salonundan çıkarlarken, Profesör Wanstead, Miss Marple'ı bir kenara çekti. "Belki dinlenmek istiyorsunuz... Fakat eğer istemiyorsanız bu civarda görülmeye değer bir kilise var. Sizi bir saat sonra buradan alırım..." Miss Marple, "O kiliseyi görmek isterim," diye cevap verdi.

2. Yaşlı kadın, arabada profesörün yanında oturuyordu. İkisi de Konuşmuyorlardı.

Adam otomobilin ön camından dışarıya bakıyordu. Fakat köyden çıkar çıkmaz hemen Miss Marple'a döndü. "Korkarım kiliseye gitmiyoruz." "Bunu tahmin etmiştim zaten." "Durumu anlayacağınızı biliyordum." "Şimdi nereye gittiğimizi sorabilir miyim?" "Carristown Hastanesi'ne gidiyoruz." "Elizabeth Temple'ı oraya yatırdılar değil mi?" Profesör, "Evet," dedi. "Bayan Sandbourne onu görmüş. Kadın dönüşte bana hastanenin başhekiminden bir yazılı mesaj getirdi. Biraz önce de adamla telefonda konuştum."

"Elizabeth'in durumu iyi mi?" "Korkarım değil." "Anlıyorum... Daha doğrusu... anlamadığımı umarım." "Elizabeth Temple'ın durumu kritik. Belki hiç kendine gelemeyecek. Fakat zaman zaman bilincinin geri gelmesi de mümkün

"Ve beni oraya götürüyorsunuz. Neden? Aslında ben Elizabeth'in samimi bir arkadaşı değilim. Kendisiyle ilk defa bu yolculukta karşılaştım."

"Evet, biliyorum. Sizi hastaneye götürmemin sebebi şu: Elizabeth Temple bir ara kendisine gelir gibi olmuş ve sizi istemiş."

Miss Marple, "Ya," dedi. "Fakat Elizabeth beni görmeyi neden istedi? Niçin kendisine yardım edebileceğimi veya bir şeyler ya pabileceğimi sanıyor? O çok anlayışlı ve zeki bir kadın. Bir bakıma büyük bir insan Elizabeth. Aslında matematikçiymiş. Fakat sonra kendisini eğitime vermiş... Ölürse çok üzüleceğim... Çok üzüleceğim... O kaza..." Yaşlı kadın durakladı. "Belki de o olaydan bahsetmeyi istemiyorsunuz?"

"Aksine. O kazayı incelememiz daha iyi olur sanıyorum... Tepeden koskocaman bir kaya parçası yuvarlandı. Zaman zaman olurmuş bu. Ama çok nadir olarak. Birileri bana gelip o kazadan bahsetti." "Size gelip kazadan mı bahsettiler? Kimler?" Profesör, "O iki genç," diye cevap verdi. "Joanna Crawford'la Emlyn Price." "Ne söylediler?"

"Joanna, kaya yuvarlandığı sırada tepede birinin bulunduğunu sandığını açıkladı. Epey yukarlardaymış o kimse. Kız Emlyn'le aşağıdaki yoldan tepeye doğru çıkan ince patikadan ilerliyormuş. Döne döne çıkan bir yolmuş bu. Tam bir dönemece geldiklerin de, tepede birinin bir kayayı ittiğini fark etmişler. Erkek veya kadın olabilirmiş bu. Kaya sallanmış ve ağır ağır yuvarlanmaya başlamış. Sonra da hızlanmış tabii. Miss Elizabeth Temple ise tam o sırada aşağıdaki geniş yoldan yürüyormuş. Kaya ona çarpmış."

"Demek kayayı yuvarlayanın erkek mi, yoksa kadın mı olduğunu anlayamamışlar."

"Evet. Üstünde kırmızı siyah kareli acayip bir kazak ve siyah bir pantolon varmış. Kaya yuvarlanırken o da çabucak dönerek gözden kaybolmuş. Joanna, onun erkek olduğunu sanıyor ama tam anlamıyla emin değil."

"Joanna, onun Elizabeth Temple'ı özellikle öldürmeye çalıştığını düşünüyor değil mi?"

"Evet. Düşündükçe buna daha da çok inanıyor. Delikanlı da onunla aynı fikirde." "Acaba tepedeki kimdi?"

"Bilmiyorum... Gençler de öyle... Belki o bizim gruptan biriydi, o akşamüzeri dolaşmaya çıkmıştı. Veya kendisini hiç tanımıyoruz... Otobüsün burada duracağını biliyordu ve yolculardan birine tuzak kurmuştu. Veya böyle şeylere meraklı bir manyaktı. Veya belki de bir düşmandı."

Ölüm MeleğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin