Merhaba :) Bu sefer daha kısa bir süre diliminde yayınladım yeni bölümü. Bu da arkadaşım Elif sayesinde oldu. Bu nedenle bölümü ona ithaf edeceğim :) Bu arada okunma sayısı gayet iyi :) Okuyanların vote ve yorumlarını bekliyorum. Hepinize sonsuz teşekkürler :D Umarım beğenirsiniz...
Cemre' nin ağzından
Bahçıvan' ı takip ederek tam iki kat çıktım. Uzun bir koridor ve sıra sıra kapılar vardı. En soldakini açtı ve içeri girdi.
"İşte geldik."
Odada duvar boyu kitaplıklar vardı, fazla kitap olması güzel bir şeydi, sıkıldıkça okurdum işte. Bir de masa ve birkaç elektronik eşya vardı odada. Bir dakika ya! Ben kıyafetlerimi nereye koyacağım? En önemlisi de ben nerede uyuyacağım?
"Odanızı ben seçtim Cemre Hanım, nasıl olmuş, beğendiniz mi?"
"Pardon da nerede uyuyacağım ben, bu kıyafetler nerede duracak mesela?" Tek kaşımı kaldırmış yaşlı adama bakıyordum ki hafifçe gülümsedi.
"Asıl sürprizimi görmediniz küçük hanım."
Bakışlarını diktiği yere bakma ihtiyacı görünce kafamı hafifçe sağa çevirdim. Çalışma masasının olduğu duvar dibinde merdiven vardı, tavan fazlasıyla yüksekti. Merdiveni bakışlarımla takip ettim. Tavanda küçük bir delik vardı. Orada olabileceğini düşündüğüm şeyleri aklımda tartarken bahçıvan yine konuştu.
"Asıl odanız orada." Demesiyle merdivene fırlamam bir oldu. Hızlıca tırmandım. Elimi boşluğa koyunca "tık" sesi geldi ve kapak açıldı. Kapağı itmemle rüyalarımdaki odaya kavuşmam bir oldu. Simsiyah duvarları vardı odanın. Orada saklanmam için yaratılmıştı resmen. Mobilyalarsa kırmızıydı. Kırmızı, annemle bizim en sevdiğimiz renkti. Çünkü kırmızı, ölümle yaşamı aynı anda temsil edebilen tek renktir. Bir bebeğin doğumunda vücudundaki kan oluverir, bir polisin vurulup ölmeyişindeki kan olabilir, yaşamı temsil eder buralarda. Önemlidir, hayatidir. Bazen de kollarınızdaki annenizin göğsündeki kan oluverir, son nefesiyle ağzına dolan kan oluverir, nefret edilesidir o zamanlarda. Ölümdür. Ama sonuçta kırmızı kırmızıdır, hem yaşam demektir hem ölüm. Ve benim odam ölümü mü yaşamı mı temsil ediyor bilmiyordum ama bunu öğrenene kadar odamı sevebileceğimi düşünüyordum.
"Kıyafetlerinizi getirdim Cemre Hanım."
"Teşekkürler."
"Aslında size söylemek istediğim şeyler var izniniz olursa." Adamın artık ağzında taşıdığı bakladan kurtulmak istediğini anladım.
"Tabiki, dinliyorum."
"İsmim İsmet, anneniz küçükken onların evinde bahçıvanlık yapardım." Annemden bahsetmesiyle odamı incelemeyi bırakıp adama döndüm.
"Annenizi ve dolayısıyla babanızı bu nedenle iyi tanırım. Ancak sanırsam babanızdan pek hoşlanmıyorsunuz."
"Pek mi? Nefret ona karşı hissedebileceğim en masum his olur. Ona hissettiklerimin bir tanımı bile yok."
"Böyle söylememelisiniz, bazen görünenin arkasında çok farklı şeyler olur."
"Ben burada annemi öldüren bir babadan başka şey göremiyorum."
"O gün ki şoför,onu tanıyorum..." Demesiyle yere yığıldım. Bunları tekrar tekrar dinlemek istemiyordum ancak bu adamın bilmediğim şeyler bildiğini sezinlediğim için bu dayanılmaz acıya katlanıyordum. Gözümden akan bir damla yaşı kolumla sildikten sonra adama diktim gözlerimi.
"Lütfen devam et."
"Cemre Hanım, o adam babanızın en güvendiği adamlardan biriydi, ismi Baran' di. Babanız onu 14 yaşındayken eğitmeye başlamıştı, onu çok severdi." Bir bizi sevmemiş maşallah diye geçirdim içimden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruhların Aşkı
Teen Fiction"Önce içimde yarattığı heyecan yok oldu, şimdi de hayallerim onu kabul etmiyor. Kalbimden de çıkar diye korkuyorum; çünkü bana dair her şey bir bir onun varlığını reddediyor."