Rüzgâr esmediği halde soğuk ve haddinden fazla karanlık bir geceye uyanmıştım. Bedenimi zorlayarak kaldırıp yasladığım sert yüzeyin evimizin küflü duvarlarından biri değil de yaşlı bir ağacın gövdesi olduğunu fark ettiğimde, yüzlerce insanın hayatlarının ellerimde bulunduğu o noktaya sonunda ulaştığımı anladım.
Bunun bilincinde olmaktan gelen hem korku hem de merakla sıkışık ormanda ilerlemeye başlamıştım. Adımlarım normalden biraz daha yavaştı çünkü iki üç ağacın ötesini göremiyordum, önümde âdeta siyah bir sis varmışçasına zifiri karanlıktı her yer.
Bu hoş olmayan atmosfer, içimde klostrofobik hisler uyandırsa da eninde sonunda bu ürkütücü ormandan ayrılacağım için etrafıma aldırmamaya çabalıyordum. Her ne kadar sevmemiş olsam da burada bulunmaktan bir yandan da heyecan duyuyordum çünkü bu rüya kayıplarla dolu olan yolculuğumun sonundaki bitiş çizgisiydi, karanlık gecenin sonunda söküp günü aydınlatacak olan şafaktı ne olursa olsun.
Ağaçların seyrekleşmeye başladığı bir yere rastladığımda yaşadığım bu karışık duygular da giderek yoğunluklarını arttırdılar. Sadece bana çok uzakta kalmış gibi gözüken günleri geri getirmek için ne yapmam gerektiğini öğrenmeliydim ve… her şey eski, normal haline geri dönecekti. Bu kötü günlerin hepsi bir kâbustan ibaret olacak, sevdiklerim ise yanımdan hiç ayrılmamış olacaklardı. Çok az kalmıştı. Dişimi sadece biraz sıkmalıydım, hepsi bu kadar. Aklımda bu düşünceleri durmadan tekrarlayarak kendimi cesaretlendirip o yöne doğru bir adım attım.
O adımı diğer bir adım ve diğerini ise bir başkası izledi, çok geçmeden evin bulunduğu açıklığa ulaşmıştım bile.
Kapının bulunduğunu varsaydığım yerden kuvvetli bir ışık saçılarak karanlığı kovuyordu etraftan, bu turuncuya çalan sarı ışığın heykellerin içinde yolumu bulmamda bana yardımcı olmasını ümit ediyordum.
Yeri çok göremediğimden birkaç kez ayağım takılmış olsa da bir sorun çıkmadan yüzsüz heykellerin arasından sıyrılmayı başardım. İlginç bir şekilde evin merdivenlerine uzanan toprak yolun sonunda bu sefer kimse yoktu beni bekleyen. Aslında buraya varmadan önce saçılan ışık göreceğim kişiden de kaynaklanıyor olabilir diye düşünmüştüm fakat ışık, diğerlerine nazaran daha büyük yapıda olan yola karşılıklı dizilmiş tanıdıklarımın heykellerinin ellerine tutuşturulan gaz lambalarından gelmekteydi.
Aralarından geçerken yüzlerine bakmadan edememiştim. Aeri, Eon, Jungkook, Jimin, Jin ve abim… Az kaldığını biliyordum. Endişelenmeme gerek yoktu, yakında hepsi burada olacaklardı.
Kafam karışmış bir şekilde gıcırdayan merdivenlerden verandaya çıktım; yapmam gerekenleri bana anlatacak kişi burada değilse neredeydi ki? Evin etrafında bir daire çizerek tüm ihtimalleri yok etmeye karar verdim. Ancak bu daireyi tam anlamıyla bitirip kapının önüne geldiğimde anlayabilmiştim nereye gitmem gerektiğini, evin içindekilerin aksine metal olan dış kapısı hafif aralık bırakılmıştı. Önceki rüyalarımdan tamamıyla farklı bir senaryo ile karşı karşıya olduğumdan ilk başta tereddüt etsem de sonradan kapıyı iterek aralığı genişlettim.
Sanki yeterince dar değilmiş gibi bir de tablolar ve koyu kahverengi şifonyerler ile donatılmış giriş koridoru karşıladı beni. Bir de yetmiyormuş gibi şifonyerlerin dışlarının da içlerinden bir farkı kalmamıştı, genellikle vazolar olmak üzere süs eşyaları ile dolup taşmışlardı.
Etrafta pek bir değişikliğe rastlamasam da üst kata çıkma isteği oluşmuştu içimde, hislerim beni genelde yanıltmadığından aklıma bir anda gelmiş bu fikri dinlemeye karar verdim ve koridorun sonundaki, altını kiler olarak kullandığımız merdivene yürümeye başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Synesthesia ➸ taegi
FanfictionBana mor hissettiriyorsun Taehyung. Her an, her zaman seninle birlikte olmak istiyorum.