Kahvaltısını bizden yaklaşık yarım saat önce bitirmiş olan Jungkook, camdan dışarıya boş gözlerle bakarken dünyadan tamamen soyutlanmışa benziyordu. Buna sevinmiştim açıkçası, burada bulunma amacım sadece Hoseok’la konuşmaktı. Yüzümde bir gülümseme, üstümde bir rahatlık, çok huzurlu bir şekilde arabadaki yerime yerleşmek için açtığım kapıyla geldiğimi fark edip bana öldürürcesine sarılması bir oldu. Galiba hayattaki tüm şansımı tatile gitmeyi isteyerek harcamıştım.
“Hoş geldin Yoongi hyung!”
Onun bu içten sarılışına maalesef boğulmak üzere olduğumdan dolayı pek bir karşılık verememiştim.
“Yavaş ol Jungkook, öldüreceksin beni.”
Beni sonunda bıraktığında geniş koltuklu cipin arkasına binebilmeyi başardım. Dışarıdan gayet modern gözüken arabanın sarı deri koltukları ve oksijenin yerini çiçek kokularının aldığı atmosferi ile karşılaşınca bir anlığına zamanda geriye gitmiş gibi hissetmiştim. İyice yerleştikten sonra vizyonumdaki renk şenliğini sağlayan kokularının kaynağını bulmayı başarabildim, ön koltukta oturan Jimin üzerinde fal simgeleri olan araba parfümlerinin kokusunu arttırmak için hepsini birer birer ters çeviriyordu.
Siyah ve beyaz tonları arası şık bir dekor beklerken gördüğüm manzara, Hoseok’un falcılığa olan ilgisinin sandığımdan daha da büyük olduğunu anlamama sebep oldu. Falcıda çalıştığını öğrendiğimde neden sadece babasının eczanesinin başına geçip yatmadığını merak etsem de şimdi olaya tekrar bakınca öngörebilme yeteneğine sahip olsaydım ben de bunlarla uğraşırdım herhalde diye düşünüyordum.
Benim varlığımı yeni anlamış olan Jimin, ön koltuktan apar topar inip tanrıya şükürler olsun ki beni Jungkook’tan çok daha pasif bir şekilde karşıladı. Ayaklarımın altındaki, şelaleye her gelişte turistleri kazıklamak için olan mağazadan almayı ihmal etmediğim klasik süs eşyası poşetlerini gördüğündeyse bana alan açmak adına onları arka koltuk ve cam arasındaki yere sıkıştırdı. Bana göre araba yeterince büyüktü, birkaç poşeti bırakın iki kişi daha yanıma rahat rahat sığabilirdi fakat ayıp olabilir düşüncesiyle onun bu nazikçe davranışını çok fazla irdelememeye karar verdim.
“Oha hyung! Evi baştan mı dekore edeceksin o kadar şeyle?”
Jungkook haklıydı, bu sefer alışverişimi normalden biraz daha fazla yapmış olsam da sadece dört poşet eşya almıştım. Poşetlerin birinde kocaman bir kar küresi vardı zaten, diğer üç poşette de: bardak altlıkları, su damlaları ve Japon balıklarıyla dekore edilmiş bir şemsiye, birkaç tükenmez kalem, kapağına şelalenin resminin çizildiği bir takvim, çizgisiz bir not defteri, tanıdıklara vermek için üç-dört tane anahtarlık, buzdolabı için bir magnet… Aslında bayağı bir abartmışım ama ne yapabilirdim ki? Geçen yıl çok gitmeyi istediğim festivale Namjoon’un işi çıktığı için gidememiştik ve şimdi de tatilde olduğumuz günlere denk geldiği için yine gidemeyecektik, ben de hevesim kursağımda kaldığı için acısını bir sürü gereksiz eşya alarak çıkartmıştım.
“Sadece Angju Festivali’ne gidemediğimiz için bu kadar şey almıştım.”
Jimin güldü.
“Hoseok’un gerçekten de festivali kaçıracağını düşünmedin herhalde hyung.”
“Geri mi dönecek?”
“Bir günlüğüne gidip gelecek. İstersen seni de götürebilir.”
“Niye bunu yapıyor ki?”
Eğer beni de alırsa gitmek isterdim tabii fakat Hoseok’un yerinde olsam bu kadar yolu sırf bunun için çekmezdim doğrusu.
“Festivale hiç gitmedin mi Yoongi hyung?”
“Hayır, gitmedim.”
“Heyecanını kaçırmak için neler olduğundan bahsetmeyeceğim ama hiç görmediysen kesinlikle Hoseok’la gitmelisin. Bu seneki diğer yıllarınkinden kat kat daha güzel olacakmış diyorlar.”
“Peki, büyük ihtimalle gelirim.”
Jimin’in ne olduğunu söylememesi merakımı arttırmıştı, Eon gelmezse kesin gitmeyi düşünüyordum.
Çok geçmeden Hoseok da arabaya bindi ve yola çıktık. Cırtlak sarı ile deri kombinasyonunu fazla sorgulamıyordum artık, rahat olduğu için koltukta iyice yayılıp bunları boş vererek sakin bir yolculuğun tadını çıkarıyordum. Zaten görüşümde durmadan beliren renklerle gerçekten bundan şikâyetçi olamazdım.
Havadan sudan edilen birkaç amaçsız sohbetin ardından laf lafı açmıştı ve konu dönüp dolaşıp yine festivalegelmişti.
“Siz üçünüzden Angju’ya gelen var mı?”
“Yoongi hyung gelebilirmiş, bense o kadar yolu kafam kaldıramayacağı için o gün Jungkook’u çarpışan arabalara ya da atlıkarıncaya falan götürmek zorunda kalırım.”
Jimin’in bu sözüyle kafam biraz karışmıştı. Normalde sadece omlet veya gevrekle beslenen karnım geleneksel yemek ağırlıklı bir kahvaltıya pek ayak uyduramadığından yemekteki boş zamanlarımı otel hakkındaki eleştirileri okuyarak geçirme fırsatım olmuştu, bu yorumların çoğundaysa sırf roller coasterlara adanmış olan lunaparkın verdiği dehşetten bahsedilmişti. Etrafımdaki şeylerin durduk yere değişmesi artık benim için alışıldık bir duruma dönüşmüşse de bir rüya görmeden bunların olmasını olanaklı bulmuyordum, bu yüzden de büyük ihtimalle bir yıl öncesinin falan yorumlarını okumuş olmalıydım.
“Oteldeki lunaparkta sadece roller coasterlar olduğunu zannediyordum?”
“İkincisini açıyorlarmış hyung. Jimin de boy sınırını geçemediği için atarlanıyor kendince işte.”
“Bayağı komiksin, ama oranın çocuklar için yapılan bir yer olduğunu görünce böyle gülemeyeceksin Jungkook.”
“Eğlenceden ne anlıyorsun ki sen? Bir lunaparkta ne olacağını benden iyi mi bileceksin?”
“Evet, senden iyi bileceğim. Beynini hiç kullanmıyorsun. Adamların zaten insanı öldürecek derece hızlı roller coasterları var, bunun yanına yine ürkütücü bir yer mi açarlar yoksa herkese hitap etsin diye aile dostu bir yer mi yaparlar?”
“Aile dostu bir şeyler isteyen çocuk havuzunda takılır. Çocukları önemsemek yerine rağbet gören bir lunaparkın bir üst seviyesini yapmaları çok daha mantıklı.”
“Rağbet gören derken? Herkes senin gibi hayatını orada geçirecek kadar manyak değil.”
“Binemeyeceğin için ağlamayı keser misin?”
Hoseok sonunda ikisinin de konuyu bu kadar uzatmasından sıkılmış olacak ki söze girdi.
“Jimin’in dedikleri doğru, eğer beklentilerini bu kadar yüksek tutarsan hayal kırıklığına uğrayabilirsin Jungkook.”
Hoseok’un sözüyle Jungkook oflayıp kafasını omzuma yasladı.
“Hiçbir şeyden anladıkları yok bunların. Keşke müzik dinleyebilseydim de şu ikisini duyamasaydım hyung.”
“Kulaklığını evde mi unuttun yoksa?”
Bu soruyu sadece ne olduğunu öğrenmek amaçlı sormuştum, yoksa gerçekten de evde unuttuğunu zannetmiyordum çünkü durum bu olsaydı Jimin ya da Hoseok onunla kulaklıklarını paylaşırlardı.
“Keşke evde unutsaydım. ‘Birileri’ el koydu da o yüzden arabada sıkılmaktan başka bir etkinlik yapamıyorum.”
Jungkook gözlerini devirip Hoseok’un yanına koymuş olduğu telefona sanki hayatı buna bağlıymış gibi bir hüzünle baktı. Saçma sapan bir nedenden dolayı Namjoon’un da benim eşyalarımı alıp beni sinirden delirttiği olmuştu, ama Jungkook’a acısam da bu farklı bir kişinin başına gelince biraz komik oluyordu.
Güldüm.
“Abiler bazen böyle şeyler yapabiliyor Jungkook, benim her gün başıma geliyor.”
“Bunun neler yaptığını duysan öyle demezdin hyung.”
“Ne yaptım Jimin? Hiçbir şey yapmadım ben!”
“Bence ne yaptığını Yoongi’ye hiçbir yeri değiştirmeden anlat, o da kimin haklı olduğuna kendisi karar verir.”
Jungkook abisine yine oflayarak cevap verdi ve başını omzumdan çekip küçük bir çocuk gibi kollarını kavuşturdu. Onun bu şüpheli hareketinden sonra konuşmayacağını anlayan Jimin olanları anlatmaya başlamıştı.
“Ben anlatayım, bu gördüğün geri zekâlı eczanedeki nöbetinden kaçmış, üstüne üstlük de kimseye haber vermemiş. Hayır, insan önce bir yerine bakacak birini bulur da sonra kaçtığı falan belli olmaz. Neyse, o gün şanslıymış ki Hoseok hyung’un gittikten çok az sonra eczaneye uğraması gerekmiş, onun olmadığını görünce de tüm hafta çalışmış olmasına rağmen babası Jungkook’a kızmasın diye yerine bakmış.”
“Ama ben hyung’un benim yerime bakmasını istemedim ki! Kendisi bunu gönüllü olarak yapmış. Telefonumun alınması haksızlık.”
“Sen öyle düşün Jungkook, ama senin yerine bakmasaydım ve babamız bu yaptıklarını öğrenseydi bir haftalık telefon kullanmama cezasından kat kat daha kötü bir ceza alırdın. Sana yaptığım acayip büyük bir kıyaktı.”
“Kıyak mı?! Tamam babamdan kurtarmış olabilirsin fakat yine de yolculukta tek eğlencemi alman acımasızca.”
“Ben seni bilmiyor muyum Jungkook? Yerine karşılıksız baktığımı düşün de bir daha hiç çalışma diye ceza da mı vermeseydim? İşten kaçıyorsun elbette ki bir cezası olacak.”
“Cezaya bir şey demiyorum. Yine de en azından yolculukta telefonumu verebilirsin, zaten bugün cezanın son günü.”
“O da sana ders olsun diye.”
Jungkook’u anlayabiliyordum, uzun bir yolda insanın kafasını meşgul edecek bir şeylere gerçekten de ihtiyacı vardı fakat öbür yandan da Hoseok’un verdiği ceza da gayet mantıklıydı. Bu yüzden onu kırmamaya özen göstererek haksız olduğunu söylemeye çalıştım.
“Abinin bunu yapması normal Jungkook, ama telefonunun olmaması dünyanın sonu değil. Birlikte sohbet ediyoruz zaten, sen de konuştukça sıkılmazsın olur mu?”
“Ama ben abimle senin konuşacağınızı zannediyordum hyung.”
“Zaten öğle yemeği için de duracağız ya, ondan sonra da konuşabiliriz.”
Ona çaktırmadan göz kırpıp kafamla hafifçe telefonunu işaret etmiştim, Hoseok’un Namjoon kadar gaddar olmadığını düşünüyordum, bu yüzden belki de onu ikna edebilirdim.
“İşte bu ya! Sonunda vicdanlı bir insan geldi şu arabaya.”
Tam bana tekrar sarılmak için kollarını açmıştı ki nefessizlikten ölmek istemediğim için kendimi yavaşça geri çektim.
“Önemli değil Jungkook, buna hiç gerek yok.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Synesthesia ➸ taegi
FanfictionBana mor hissettiriyorsun Taehyung. Her an, her zaman seninle birlikte olmak istiyorum.