Gecenin karanlığı, ışıkları özellikle sönük bıraktığım odaya çoktan yayılmış olsa da gözlerim etraftaki nesneleri yeni yeni seçmeye başlıyordu. Bir anda masadaki küçük dikdörtgen bir şey yanıp sönmüştü, iyice yaklaşınca bu ‘şeyin’ telefonum ve açılmasının sebebinin ise birinin beni araması olduğunu anladım.
“Efendim?”
İstemesem de buna zorunlu olduğumu hissettiğimden cevap vermiştim Taehyung’dan gelen telefona. Yine neden uyumadığım ile ilgili tatsız bir konuşma yapacak hâlim yoktu ancak içten içe sözlerimizin bu yöne kayacağını da kestirebiliyordum.“Hala ayakta mısın?”
Ona cevap vermeden önce tahmin ettiklerimin bu kadar erken başlamasının verdiği huzursuzlukla yutkundum. Ayaktaydım tabii, başka ne seçeneğim vardı ki? Uyumayıp tüm günlerimi insanların ölme sebeplerinin ne olabileceğine kafa yorarak geçiriyordum, böylelikle rüya görme ve nöbet geçirme olasılığım da iyice düşüyordu. Taehyung ile dışarı çıktığımız zaman bunu tekrar yapmamaya kararlı olsam da sonradan her şeyin çok riskli olduğunu fark etmiştim ve kendime engel olamamıştım. Bir yanım yavaş yavaş delirmenin eşiğine gittiğimi savunsa da durumu kontrol altına almanın tek yolunun bu olduğunu söyleyen taraf daha ağır basmıştı. Elim kolum bağlıydı artık; bu işi çözmeden başka bir şey yapmak yoktu.
"Lütfen buna karışma."
"Nasıl karışmayayım? İki gündür bir saatlik uykuyla duruyorsun. Bunun ne kadar yanlış olduğunu sana anlatmama gerek var mı Yoongi, tanrı aşkına?!"
Bir süreliğine sessiz kaldım. Bu sırada karşı duvarda asılı olan büyük, eskitilmiş çerçeveli tabloda göz gezdiriyordum. Büyük ihtimalle Akdeniz ülkelerinden biri olduğunu varsaydığım bu yerde, açık sarı tonlarındaki iki katlı tipik bir çatısız evin kenarına üzerinde birkaç küçük tekne olan durgun bir deniz resmedilmişti. Neyse ki tabloyu incelemem bittiğinde yeterince geçerli bir bahane bulmayı da başarmıştım.
"Uyursam her şey daha kötüye gideceğini biliyorum. Artık hafızamı kaybetmekten bıktım Taehyung."
"Bunun nasıl bir his olduğunu belki anlayamam ve çok kötü hissettirdiğinden de şüphem yok. Ancak bir yandan da seni tanıyorum, sen sırf bunun için bilmem kaç gece ayakta kalacak birisi değilsin bence."
O sırada nedense çalışma masamın üstünde duran resme kaymıştı bakışlarım. Hiç benlik bir şey olmasa da fotoğraf çerçevesine koymaya layık gördüğüm nadir anlardan biriydi bu, lise mezuniyet fotoğrafım. Bu anılar çoğu insan için utanç verici olsa da ben o günü hayatımdaki en güzel günlerden biri olarak değerlendiriyordum.
Ama her şey değişmişti işte, insanların yerleri bile aklımdaydı hâlbuki. Eon en solda, alt kademe olduğu halde komik bir hikâyeyle kep giymiş Taehyung'a gülerek bir şeyler anlatıyordu; bense onların sağında Eon'dan olabildiğince uzak durmak amaçlı omzuma elini atmış abim ile Jin'e neredeyse yapışmıştım. O ikisinin mutlu görüntüsünü kıskanmış olmalıyım ki Eon'u kaşlarım çatık bir şekilde kontrol ediyordum. Abim gururla başını bana çevirmiş, Jin ise tek normal çıkan kişi olarak kameraya bakıyordu. Hayal meyal anımsıyorum da Namjoon en önemli derslerinden birini ekmişti sırf orada olabilmek için, Jin ise arabada eve gidene kadar güzel ve uzun bir fırça çekmişti kendisine.
Eski fotoğrafın yanında yenisini görmek beni resmen depresyona sokacaktı, o duygunun en ufak bir izine dahi rastlayamamıştım yenisinde. Sanırım insanlar gidince Taehyung'un hikâyesi de değişmişti çünkü fotoğrafta yoktu. Sadece abim ve ben vardık, etraf da fazla kalabalık değildi. İkimiz de samimiyetsiz bir gülümseme ile kameraya bakmıştık, o kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Synesthesia ➸ taegi
FanfictionBana mor hissettiriyorsun Taehyung. Her an, her zaman seninle birlikte olmak istiyorum.