『11』

405 49 14
                                    

» Eon'un gözünden «

Gökyüzüne pembemsi turuncu rengini veren güneş yavaş yavaş kaybolup havayı iğrenç bulutlu gecelerden birine dönüştürünce, hafiften esen rüzgarın soğukluğunu arttırması ve Namjoon'a Yoongi'den gelen telefonla birlikte artık gitme saatinin yaklaştığı anlaşılıyordu.

Namjoon gelen telefona sanki hayalet görmüş gibi bakarken alkol oranın yüzde seksen olmasını bastıra bastıra söylediğim halde yine yanlış gelen kokteylimden son yudumumu aldım.

"Bak Yoongi, eğer yine o Porsche arabayı isteyeceksen-"

Yoongi'nin ne söylediğini pek anlayamasam da endişeli ve hızlı bir şekilde konuştuğu için kötü bir şeyler döndüğünü anladım. Bu her zaman mızmızlanıp abisi onun istediği şeyi alana kadar şekilden şekle giren Yoongi'nin sesi değildi.

Bu konuşmadan sonra Namjoon'un burada oturup keyifle beyaz şarabını yudumlamaya devam edeceğini pek sanmıyordum, bu yüzden şehrin manzarasına tekrar bir bakmaya ve iyice hafızama kazımaya karar verdim.

Terasına çıktığımız restoran, şehrin en iyi restoranlarından biri olmakla birlikte çok da güzel bir manzaraya sahipti. En yüksek dağlardan birinde genelde orta yaşlı zenginlerin yaşadığı bir bölgeye kurulmuş olan restorana rezervasyon yaptırmak bazen birkaç ay bile sürse ekstra birkaç yüzlük ile randevusuz girebilmiştik. Şansımıza teras hep dolu olurdu fakat biz içeri girer girmez terasın köşesinde, çatıdan sarkan mor begonvillerle çevrili koyu ahşap bir masadan yaşlı bir çift kalkmıştı ve biz de hemen onların yerlerini kapmıştık.

Bu restoranda bu masayı bir daha bulamayacağımı bildiğimden çiçeklerin güzel kokusunu içime iyice çekip yavaş yavaş minik ışıklar beliren şehri incelemeye devam ettim. Şehrin ortasındaki gökdelen mevkisi ve turistlerin takıldığı alan bembeyazken bu ışıklar dışa yayıldıkça giderek değişik renkler alıyordu ve en sonunda sönüyordu. Bir de yıldızlar gözükse manzaranın tadından yenmezdi.

Yoongi'nin uzun süren konuşması boyunca kaşları çatık bir ifadeyle gözlerini masadaki peçeteliğe sabitlemiş olan Namjoon, derin bir nefes alıp Yoongi'ye cevabını verdi.
"Tamam, Eon'u gönderiyorum."
Telefonu Yoongi’nin yüzüne kapattığında ne benim bunu isteyip istemediğimi sormuştu ne de onun cevabını beklemişti.

"Kaç aydan sonra iki dakika Jin'le randevuya çıkacaktık, onda da yine hastalığı tutturdu ya. Şaka gibi."
İçkisini daha bitirmemiş olan Namjoon söylenirken bir yandan da saatine baktı.

"Neyse. Görüşürüz."
Beyaz şarabı kafasına dikti ve oturduğu yerden kalktı.

Onun randevusu olan bir günde Yoongi'nin yanına gitmekten asla kurtulamayacağımı biliyordum ama benim fikrimi almaya yeltenmemişti bile.

"Hey! Karşılıksız bir şekilde bebek bakıcılığı yapacağımı mı zannettin?"

"Hesabı ödeyeceğim işte. Yetmez mi?"
Aramızda hesabın lafı bile olmazdı, bu yüzden bunu bir iyilik olarak sayamazdım.

"Bana çok büyük borçlandın."

Dediğime aldırmadan binanın içerisine doğru gitti. Yoongi'nin yanına gitme seçiminde bir söz sahibi olamamam cidden kötü bir durumdu.

Her şeyimi siyah deri çantama tıkıştırdıktan sonra en azından ne olduğunu biraz öğreneyim diye arabama giderken bir yandan da Yoongi'yi aradım.

Bakımı yeni yapılmış beyaz Porsche'uma binerken Yoongi'nin ne kadar kıskanç olduğuna gülmeden edememiştim. Cidden sırf ben aldım diye gidip abisinden araba istemişti, kendisi kullanmayı bilmediği halde.

Synesthesia ➸ taegiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin