BEYAZ KIYAFETLİ ADAMLAR

31 6 0
                                    







Okyanus gözlerini açtığında birkaç saniye karanlıkla boğuştu. Önünde ki ıssız karanlık gidince ilk seçebildiği şey bembeyaz duvarlar oldu. Okyanus doğrulmak istedi fakat başına giren sert ağrı gözlerini kapatıp acıyla inlemesine sebep oldu. Daha sonra bu duyguya daha da aşına olacaktı. Yattığı zemin nispeten yumuşak olmasına rağmen vücudu sanki saatlerdir sert bir zeminde yatıyormuş gibi sızlıyordu. Okyanus tekrar gözlerini açtığında doğrulmayı tekrar denedi. Başındaki sızıya rağmen kalktı ve gözlerini ellerine getirdi. Bu kırmızı sıvıyı tanıyordu. Bu tanıma hissinin gerçek olmamasını ne kadar dilese de yaşadıklarını hatırladı. Kızın burnundan dudaklarına ulaşmış kurumuş kan artık kırmızıdan çok siyahlaşmıştı. Göz pınarlarından boynuna doğru da birkaç şerit kan seçilebiliyordu. Üzerindeki kıyafetlere ise söylenecek pek bir şey yoktu. Artık kapüşonlu ceketi üstünde değildi ama beyaz tişörtü beyaz olmaktan çok uzaktı. Okyanus kendi haline bakınca içindeki irkilmeye engel olamadı. Kanın metalik ve ağır kokusunu alabiliyordu ve bu irkilmenin de uzağında bir iğrenme ifadesine yol açıyordu. Okyanus burnunu buruşturdu ve üzerinde oturmakta olduğu şeye baktı. Metal bir yatakta bulunan üzeri beyaz çarşaflı bir süngerden başka bir şey değildi. Kafasını biraz sola çevirince geniş beyaz odanın ortasındaki sandalyeleri ve masayı gördü. Bu odadaki her şey ya beyazdı ya da uğursuz bir griydi. Gri masanın etrafında, karşılıklı olan iki beyaz sandalye duruyordu. Masanın üzerinde cam bir sürahi ile bir bardak gördü. Okyanus susadığını hissetti oysa suyu görmeden önce boğazını yakan his orada yoktu. Yorgun ve kanlar içindeki bedenini kaldırıp masaya doğru hareket etti. Başındaki ağrı dengede durmasını zorlaştırıyordu. Masaya tutunup dişlerini sıkarak sandalyeye oturdu ve sürahiyi kendine çekti. Sürahiyi kaldırdı ve bardağa biraz su koydu. Suyu koymaya çalışırken etrafa saçılan su damlaları masanın açık grisini koyulaştırmıştı. Okyanus bardağı dudaklarına götürdü. Sanki aylardır su içmemişti. Suyun boğazından geçişiyle midesine doğru bir soğukluk oluştu. Suyu kana kana içti. Bardağı masaya tekrar bıraktı. Tekrar sürahiye uzandı. Elleri sürahinin cam tutma yerini kavradığında Okyanus kapıdan gelen kilidin dönme sesiyle irkildi. İlk düşündüğü kapıyı fark edemeyişi oldu. Koca metal kapı uğultuyla açıldı. Okyanus masadan hızla kalkarak yatağa doğru bir hamle yapıp oraya sindi. Kocaman okyanus mavisi gözlerini kapıya dikti. Kapıdan giren beyaz kıyafetli bir adam elinde tuttuğu birkaç parça kıyafetle ilk olarak içeriye göz gezdirdi. Maskesinden dolayı adamın yüzünü göremiyordu. Adamın kafası Okyanus'a döndüğünde Okyanus'un kalbi hızla atmaya başladı. Korkmuştu. Adam Okyanus'a doğru bir adım atınca, kız sıçradı ve masadaki cam nesnelerin kırılması yarı boş odada yankılandı. Adam da korkarak kafasını masaya çevirdi. Kıyafetleri sandalyeye bırakıp hızlı adımlarla odadan çıktı. Okyanus da sandalyeye bakakalmıştı. Adam odadan çıktıktan sonra birkaç saniye bekledi. Tekrar masaya doğru adımladı. Masadan dökülen cam parçalarına ve suya baktı. Sandalyeye uzanıp kıyafetleri aldı fakat tam o sırada kıyafetlerin üstündeki bir cam kıyafetleri tuttuğu parmağına battı. Okyanus acı hissetmedi. Parmağındaki kesikten sızılan kan onun için şu anki durumuna bakılınca sorun değildi. Kıyafetleri yatağa koydu. Beyaz oldukça bol görünen bir tişört ve gri bol bir pantolon vardı. Okyanus hızlıca bunları üzerine geçirdi. Kanlı kıyafetleri ne yapacağını bilmeden katlayıp yatağın üzerine bıraktı. Kız yatağın ortasına oturdu ve ellerini başının arasına alıp olanları düşünmeye çalıştı. Buraya nasıl geldiğini ve buranın neresi olduğunu bilmiyordu. En son karakoldaydı ve ailesi... Ah! Annesi ve babası... Okyanus bu acı gerçekle bir kez daha yüzleşti. Kalbi az önce parçalanan sürahi gibi paramparça oldu. Gözlerinden akan yaşları tutmaya çalışmadı. Daha 12 yaşındaydı. Her kötü olayla yüzleştiğinde kendine "Daha kötü ne olabilir?"  diye sormaya yeltendiği zamanları anımsadı. İşte daha kötüsü buydu. Hayat bir anda bitebilirdi. Dünyadaki en acı şey şüphesiz asla gitmesini düşünmediğiniz, hep yanınızda kalacak diye düşündüğünüz insanlardı. Ölüm acıydı fakat yaşayan her canlı bir gün bunu tatmak zorundaydı. Okyanus ilk olarak babasını hatırladı. Bu hatıralar ilk seferki gibi acı verecek şekilde gelmiyordu zihnine, daha çok mayhoş bir etkisi vardı.

Okyanus 6. Sınıfa gidiyor ve 7. Sınıfa geçmeye hazırlanıyordu. Daha şimdiden 4 okul değiştirmiş ve birçok uyum problemi yaşamıştı. Bunun dışında ise her ergenin hissettiği duyguları yaşıyor fakat onların aksine dışa vurumsal bir tepki göstermiyordu. Gençliğin, hormonların ilk artması "Aşk" denilen bir kalp sızısına yol açıyordu. Okyanus'un ilk aşkı sınıfından bir çocuktu. Okula geldiği ilk an bu çocuğun enerjisi kızın ruhunu titretmişti. Daha doğrusu Okyanus öyle sanmıştı. Çocuğun sarımsı saçları, koyu kahverengi –Okyanus onları bitter çikolata olarak isimlendiriyordu- kısık gözleri ve çıkık dudakları vardı. Okyanus bu hisler için çok küçüktü ama zamane gençleri internetten ve televizyondan çok etkilenirdi. Bir gün eve aşk sarhoşu döndüğünde annesi durumu anlamıştı ve kızıyla bu durum üzerine konuşmuşlardı. Kızının yorumlarına kahkahalarla gülen annesi, durumu akşam babasına da anlatmıştı fakat babası annesinden ziyade bir asker disipliniyle hafif kızmıştı. Babalar kızlarını kıskandırdı ve burada da bu durum söz konusuydu. Babası görevde olmadığı günler kızını okula bırakırdı. Yine böyle bir gün Okyanus okula girdiğinde hoşlandığı çocuğu fark etti. Okulun biraz uzağından girişe geliyordu. Kız öyle heyecanlandı ki bağcıkları sanki açıkmış gibi yere eğildi ve çocuk kapıdan girene kadar ayağa kalkmadı. Aynı hizadayken kız kalktı ve sanki çocuğu görmemiş gibi yürümeye başladı. Çocuk Okyanus'un arkasından seslendi:

-Hey! Baksana.

Okyanus heyecandan kızardı ve yavaşça arkasına döndü. Çocuğa baktı ama cevap veremedi. Bu sırada çocuk gülümsedi ve beyaz-kahve tişörtünün yakasını çekiştirdi.

-Bizim sınıftaydın değil mi? Yeni geldin. Adın Okyanustu galiba.

-Evet, şey yeni geldim.

-Adını gözlerinden almış olmalısın. Okyanus... Alışılmadık bir isim.

Ve işte bir genç kızın ilk iltifatı, içini karıncalandıran ilk cümlesi.

Babası olsa yine çok kızardı. Babası artık yoktu.

Okyanus anılardan çıktı. Göz yaşlarını sildi ve eline eski tişörtünü alıp masaya ilerledi. Cam kırıklarının olmadığı kısıma tişörtünü bastırıp yüzündeki ve boynundaki kanları silmeye çalıştı. İşi bittiğinde tişörtü masaya koyup az önce açılan ve beyaz kıyafetli adamın kaçarak çıktığı büyük metal kapıya ilerledi. Kapının içeriden bir kolu yoktu. Buraya hapis mi edilmişti? Karakolda olan olaylardan sonra bunu normal karşılıyordu. Kız kapıya dokundu. Metalin soğuk hissi parmaklarından koluna kadar çıktı. O anda aklında yine bir şeyler canlandı. Siyah saçları ve bronz teni olan bir adam kapıya sıkıca yumruk yaptığı elleriyle vuruyor ve ağlıyordu. Adam sürekli olarak aynı şeyleri, sertçe tekrar ediyordu.

-Çıkarın! Çıkarın beni buradan! Buna hakkınız yok!

Okyanus uzaktan bir izleyici gibi adamın kanlı yumruklarının kapıya işlemesini seyir etti. Görüntü bir anı gibi solup kayıp olmadan önce adam yere çöktü ve bağırarak ağlayama başladı.

Okyanus şok içinde elini kapıdan çekip diğer eliyle birleştirdi. Adamınki gibi yumruk yaptığı ellerini kalbine götürdü. "Burası da neresi böyle?" Diye geçirdi küçük kız içinden.

Hemen sonra kapıdan yine metalik kilit sesini işitti. Metal kapı yine gıcırdamadan önce küçük kız kendini yine yatağın köşesine atarak orada bekledi. Bu sefer kapıdan tek bir kişi girmemişti. En az beş adam. En az beş Beyaz Kıyafetli Adam.

Okyanus kolları adamlar tarafından sıkıca tutulmadan hemen önce o adam gibi bağırdı:

-Siz kimsiniz? Bırakın beni. Buna... Buna hakkınız yok.

Koridora sürüklenirken panik halinde az önce bulunduğu odanın metal kapısının yine gıcırdayarak kapanma sesini duydu.

BAŞLANGIÇ 2030Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin