Demir Gibi

65 10 14
                                        

Gözlerimi zorlukla açtım. Elimde hala taş duruyordu. Etrafımda birsürü varlıkların bulunduğu sadece beyaz bir yerdeydim. Sadece beyaz vardı. Başka renkler yoktu. Biri ismimi sesleniyordu. Arkama döndüğümde kalbimin ritmi delirdi. Ne yapacağımı nasıl tepki vereceğimi kestiremiyordum. Karşımdaydı. O buradaydı. İşe yaramıştı. Başarmıştım. Gözlerinin kırmızısı beni davet ederken daha fazla dayanamadım. Gözlerim dolarken hızlıca ona doğru koştum. Sımsıkı sarıldığımda o buradaydı. Onu hissediyor kokusunu duyuyordum. Sımsıkı sarılmaya devam ederken o bana sarılmadı. Kafamı yüzüne doğru çevirdiğimde bana ifadesizce bakıyordu.

- Burdasın Tae. Bende burdayım. Bak birlikteyiz.

Kafasını salladı. Hiçbirşey söylemiyordu. Hala beline sarılı ellerimi tutarak itti. Bana sarılmamıştı bile. Ellerimi de itmişti üstelik.

- Ne oldu Tae? Neden böyle garip davranıyorsun?

Gülerek söylemiştim. Birazdan sımsıkı dudaklarıma yapışacağını biliyordum.

- Neden geldin?

Yanılmıştım. Soruyu sorarken çok ciddiydi. Gözlerimdeki ışık sönerken sözlerine bir anlam veremiyordum.

- Seni almaya geldim Tae. Birlikte olmak için. Sende beni beklemedin mi zaten?

Gözlerimi gözlerine diktim. Duygusuz bakıyordu. Bana duygusuz bakıyordu.

- Git. Buradan git.

Cümlelerini kurarken ifadesini bozmuyordu. Demir gibi soğuk ve sertti. Hissedememiştim kalbini. Şimdi ise bana gitmemi söylüyordu.

- Neler diyorsun Tae? Ben seni almaya geldim. Seninle birlikte döneceğiz. De-değil mi?

- Ben buraya aitim. Ve sen hemen gideceksin. Git.

Hala bozmadığı ifadesi ile bana git diyordu. Ben ise buna inanmak istemiyordum. Ellerim ile yanaklarını tuttum. Baş parmağımla yuzünü ovarken.

- Neden böyle yapıyorsun? Neden?

Sakince ağlayarak başımı yana eğdim. Ellerimden tutup aşağı indirdi. Dümdüz duruyordu. Beni hiç mi özlemedi? Yoksa beni sevmiyor mu?

- Git buradan artık.

Gözlerini gözlerime dikti. Bu sefer kızgındı. Onu bulanık görüyordum. Avazım çıktığı kadar bağırabilirdim. Ama yapmadım. Göz yaşlarımı sildim. Artık daha netti. Gözlerimi gözlerine diktim.

- Bu kadar kolay mıydı? Sensiz bana neler oldu biliyor musun?

- BİLİYORUM. VE GİT.

Kaşlarımı çattım. Ne diyordu bu?

- Biliyorsun ama bana hala git diyebiliyorsun öyle mi? Ben senin için 3 yıl uğraştım. Ama asla pes etmedim. Kavuşacağımıza inanarak sana tekrar sarılacağımı bilerek 3 yıl boyunca bizim için çabaladım. Bizim aşkımız için hayatımı feda ettim ve sen şimdi benden nefret ediyormuş gibi git diyorsun.

- Saçma...

Hafif alayla güldü. Neydi bu şimdi? Ne oluyordu buna?

- Ne? Aşkımız için uğraşmam mı saçma?

Kafasını arkaya çevirdi. Bana tekrar dönerek

- GİT.

Gözlerim tekrar dolarken nasıl böyle davranabildiğine inanamıyordum.

- Şaka olmalı. Şaka değil mi? Tae bana bak. Şaka yaptığını söyle.

Elimle yüzünü bana yaklaştırdım. Ben onu koşulsuz severken o ise beni umursamıyordu bile. Kafasını geri çekti ve bana sinirli bir şekilde bakmaya devam etti.

- Git burdan.

Eli ile göğsüme vurdu. Sendeleyerek yere düştüğümde ağlayarak ona bakıyordum.

- Saf olduğumu düşünüyorsun Jennie. Ama ben senin düşündüğün gibi biri değilim. Hayatında başarılar dilerim. Sevgiline benden selam söyle.

Ne diyordu bu? Ne sevgilisinden bahsediyordu? Arkasından bağırdım. Ama duymuyordu. Sonsuz beyazda boğulurken ağlıyordum. Deli gibi. O gelmemişti. Ve üstelik benden nefret ediyordu. Gözümden delicesine yaşlar dökülürken yavaş yavaş gecenin karanlığına dönüşen beyaz nurlar beni ormanın içinde yalnız bıraktılar. Yavaşça doğruldum. Hala hıçkırarak ağlıyordum. Önüme gelen saçlarımı iterek etrafa baktım. Yerde yalnızca çantam vardı. Yaktığım ateş ve öldürdüğüm kurt yoktu. Hiçbir iz yoktu. Ağlamaya devam ederken kolumdaki saate baktım fakat bulanıktı. Elimin tersi ile gözlerimi sildim. Ama işe yaramadı. Göz yaşlarım deli gibi akıyordu. Üzülmüş müydüm. Hayır. Daha çok kızgındım. Böyle davranmasının nedeni neydi? Yoksa tanrı mı izin vermemişti? Bilemiyordum. Tae böyle biri değildi. Asla değildi.

Gecenin karası kendini mavi ile örtmeye başlarken ben hala yürüyordum. Ama nereye gittiğimi bilmeden yürüyordum. Aklımı yitirmiş olabileceğimi düşünüyordum. Beynim ile farklı hareket ediyordum. Yalnızca ne istersem şuan onu yapacaktım. Mantıkla verilen bir karar olmayacağı kesindi. Ama bir önemi yok. Ormanın içinden yürümüştüm ve ağaçlar azalmaya başladığında güneş tam karşımda sevinç ile ilk ışıklarını yüzüme vuruyordu. Ama bu sevinç yalnızca sinirlerimi bozdu. Güneşe mi kızmıştım? Deliriyordum. Artık ağaçlar yoktu. Bir boşluktaydım. Heryer yemyeşil otlar ile çevriliydi. Ufuk çizgisi görünüyordu güneşin huzurunda. Manzara paha biçilemezdi. Bu kesindi. Peki benim bu manzarayı paylaşacak birine ihtiyacım yok muydu? Elbette vardı. Ağlamaktan şişen ve hala göz yaşlarım ile sulanan gözlerimi aydınlanmaya devam eden gökyüzüne çevirdim. Dönerek ilerliyordum. Kollarımı iki yana açtım. Tatlı ama bir o kadar dertli esen rüzgar saçlarımın özgürlüğünü ilan ederken ellerim ile onun özgürlüğünü kısıtlıyordum. Bugün kimsenin mutlu olmaya ihtiyacı yoktu. İhtiyacı olsa bile ben izin vermeyecektim. Hepsini öldürecektim. Bütün mutluluk zerrelerini katledecektim. Delice ama bir o kadar şirin bir kahkaha attım. Ve bir adım daha atacağım yere dikkatlice baktım. Bir uçurumun dibine gelmiştim. Ama sevimli bir uçurum. Oldukça davetkar. Beni davet eden bir uçurum. Tam da ihtiyacım olan şey burasıydı. Tanrı beni buraya bilerek getirdi. Ölmemi istiyordu. Evet. Uçurumun kenarına ayaklarımı uzatarak oturdum. Boşlukta sallanan çıplak ayaklarım mutluydu. Ellerimi geriye doğru çimlere koydum ve kendimi geriye yasladım. Kafamı geriye atıp gözlerimi kapattım. Gözlerimi kapattığımda göz kapaklarımın içinde sıkışan son tanelerimde yanaklarımdan süzüldü. Islanan yanaklarımı esen rüzgar serinletiyordu. Bir nebze olsun rahatlamıştım sanırım. Fakat uzun sürmedi. Huzur bana haramdı. Aklıma yüz ifadesi geldikçe kendimden nefret ediyordum. Neden bu şekilde olmuştu ki? Düşüncelerimi bölen bildirim sesi ile irkildim. Telefona baktığımda Lisa arıyordu. Sesimi düzelterek telefou açtım. Oldukça mutlu olmaya çalışarak.

- Alo.

- Jennie?! Ahh sonunda.Tanrım. Kaç saattir sana ulaşmaya çalışıyoruz.

-...

- Ne yaptın. Tae- onu bulabildin mi?

- ....

- Jennie? Neredesin sen?

- Onu buldum. Ama...

Sesim tekrar titrediğinde lanet ettim.

- Jennie hemen seni almaya geliyoruz bekle ve sakın bir delilik yapma.

Telefonu yere sinirle fırlattım. Yine ağlıyordum lanet olsun. İstemiyordum. Onun için ağlamak istemiyordum. Ayağa kalktığımda kalbimin ağrıdığını hissettim. Artık hayatın bana bu kadar yüklenmesi fazla gelmişti. Bunu hak edecek birşey yaptığımı düşünmüyordum. Hayat bunu istiyorsa ona istediğini vereceğim. Ayağa kalktığım gibi derin davetkar boşluğa doğru koştum. Ölümle sarılmama saniyeler kalmıştı. Ayaklarım yerden kesildiğinde büyük bir acı ile karşı karşıya kaldım fakat ölmedim. Vücudum kayalıklara çarptıkça beynim uyuşuyor gözlerim kararıyordu. Canım acıyordu fakat kalbim daha çok acıyordu. Bu acı benim için bir hiçti. Artık tamamen bilincim kapandığında karanlık perdesini gözüme çekmişti.





Bloody Kiss | kj x pj Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin