Birbirlerine baktılar. Bunun bir aldatmaca mı yoksa gerçek mi olduğunu anlamaya çalışıyorlardı. Trençkot giyen yavaş adımlarla bana yaklaştı. '' Benim adım Castiel. Seni öldürmeyeceğiz ama serbest de bırakma riskine giremeyiz. Burdan kaçamazsın.'' dedi. Kafamı kaldırıp olumlu anlamda salladım. Bitkin durumdaydım. Dokunsan dökülecekmiş gibi. Bileklerimdeki ipleri çözdü. Acı ayakta durmama yardım ediyordu. Genç adam yanıma gelerek yürümeme yardım etti. Diğerleri donmuş gibiydi. Sanki bir tür şoka girmiş gibi. Sarışın olan diğerini dürtükleyerek kendine gelmesini sağlıyordu. Kimse birşey söylememişti. Sanırım bana acıyorlardı. Bende olsam bana acırdım. Ki gerçekten acınacak haldeydim.
O kadar yorgun haldeydim ki kimseyle dövüşecek gücü bulamıyordum kendimde. Parmaklarımı bileklerime bastırdım. Acıyı hissetmeye çalıştım. Heryerim uyuşmuştu. Acı kendime gelmemi sağlıyordu. Ben diğer kızlar gibi acıdan korkmazdım ki. Acı zaten hayatın bir parçasıydı. Hemde vazgeçilmez bir parçası. Bileklerimdeki baskıyı arttırdıkça kim olduğumu hatırlatıyordum kendime. Hisset Lucy. Hisset, kim olduğunu hisset, pes etmemeyi hisset, vazgeçmemeyi hisset, bu yola niçin girdiğini hisset, acıyı hisset Lucy.
Yavaş yavaş kendime geliyordum. Bacaklarımdaki karıncalanma yerini yukarıdan aşağıya doğru giden zonklayan bir acıya bırakmıştı. Başıma yediğim sert darbe kendini hissettirmeye başlamıştı. Eğer soğuk birşey koymazsam şişebilirdi. Kalçamdaki ağrı kendini zayıf bir sızlamaya bırakıyordu. Midemden gelen sesler acıktığımın habercisiydi. Bedenim tamamen acıyı hissediyordu. Acı bir parçamdı sanki. Acıyla o kadar iç içeydim ki artık bende bir organ olmuştu. Sıcak bir duşa uzun deliksiz bir uykuya bir de çikolata parçacıklı donutlara ihtiyacım vardı. Ama bunlardan önce Nick'e ihtiyacım vardı. Önceliklerimi unutuyordum. O kadar yorgundum ki stelimi istemeyi unutmuştum. Halen bu adamların insan olup olmadıklarına emin değildim. İstemem gerekiyordu.
Uzun koridorlardan geçiyorduk. Nerede olduğumu halen bilmiyordum. Sormaya çekiniyordum. Sonuçta yaşamama izin vermişlerdi. Neden bilmiyorum ama izin vermişlerdi işte. Yorgunluğum açlığımdan daha baskın olduğu için göz kapaklarım kapanmaya başlıyordu. Castiel beni ilk kaldığım odaya getirmişti. Kolumu bıraktıktan sonra bana doğru döndü '' Odanın içindeki banyoyu kullanabilirsin. Biraz dinlensen iyi olacak. Kendini iyi hissettiğin zaman içeri gelebilirsin'' demesiyle odadan çıkması bir oldu. Sağlıklı düşünemiyordum. Hem fiziksel hem de ruhsal olarak iyi değildim. Stelimi istemem gerekiyordu. Ama sıcak duş göze daha cazip geliyordu. Belki Winchester ismini duyunca beni öldürmemeye karar vermiş olabilirlerdi. Sonuçta Winchesterların düşmanı olduğu kadar dostu da vardı. Kafamda dönen yüzlerce tilkiyle birlikte banyonun kapısını açtım. Şortumu tek hareketle çıkardıktan sonra gömleğin ilk düğmesini açıp kafamdan tişörtmüş gibi çıkardım. Tamamen çıplak kaldıktan sonra kapıyı kilitlemeyi unutmadım. Duşa kabinin içine girdikten sonra suyu en sıcak hale getirdim. Sıcak su gerçekten beni mayıştırıyordu. Uyku kendini hissettirmeye başlıyordu. Şampuanı saçlarıma yedirirken gözlerimi kapatmıştım. Bırakın nerede olduğumu hangi yılda olduğumu bile bilmiyordum. Sıcak suyun altında uyuşuyordum resmen. Tüm sorunlar üzerimdeki köpükler gibi akıp gidiyordu. İyice temizlendiğime emin olduktan sonra kalbinden çıkıp kapının arkasına asılı olan havluya sarındım. Küçük lavobonun kenarındaki dolabı açıp bir tarak olup olmadığına bakındım. Şansıma bir tane vardı. Yavaş bir şekilde saçlarımı tararken düşünüyordum. Nick'e ne olduğunu. nerede olduğunu. Bu adamların kim olduğunu. Beni neden öldürmediklerini. Kafamda o kadar çok cevaplanmamış soru vardı ki. Hangi birini düşüneceğimi bilemiyordum. Saçlarım taradıktan sonra ellerimi aralarında gezdirip dağıttım.
Ne halde olduğuma bakmak için kafamı aynaya çevirdim. Sağ elmacık kemiğim kizarmış köprücük kemiklerim morarmıştı. Sanırım düştüğümde olmuştu. O her zaman güçlü kendinden emin kadın yoktu aynadaki aksimde. Korkmuş ne yapacağını bilemeyen küçük çaresiz kız vardı. Tanıdığım herkes beni soğuk kanlı güçlü Lucy olarak biliyordu. Ben bile kendimi böyle görmezdim. Korkuyorum. Fena halde korkuyordum. Nick beni bu halde görse gördüğünden küçük kuzeni olup olmadığından tereddüt ederdi. Ama bazen en güçlüler bile korkabilir. Ve ben şu an hiç korkmadığım kadar korkuyordum. Nick'i asla bulamamaktan, bu adamların elinden kurtulamamaktan, ölmekten, yanlız kalmaktan...
Havluyu biraz daha sıktıktan sonra banyonun kilidini çevirip kapıyı açtım. Yatağın üzerinde temiz bir erkek tişörtü ve yanında bir pantalon vardı. Kibarlık yapmaya çalışmış olmalılar. Pantalon erkek pantalonuydu. Yardım etmeye çalıştıklarını anlıyorum ama ben asla erkek pantalonu giymem. Banyoya geri gidip şortumu aldım. Tişörtü üzerime geçirdikten sonra şortumu giydim. Ayakkabılarımı giyme gereksinimi duymadan odadan dışarı çıktım. Bir sürü koridor vardı. Kaybolmamayı umarak yürümeye başladım. Birkaç koridoru geçtikten sonra sesler gelmeye başladı. Sanırım konuşuyorlardı. Ne söylediklerini anlamak için biraz daha yürüdüm. Büyük bir holdeydim sanırım. Ama burası daha çok kütüphane gidiydi ortada büyük bir masa vardı. Etrafında sandalyeler, çok fazla sayamayacağım kadar kitap vardı.
Üç adam o kadar hararetli bir şekilde tartışıyorlardı ki beni farkedememişlerdi. Sarışın olan Castielle konuşuyordu. "Bu mümkün mü, bir büyü bir insanı zamanda yolculuk yapmasını sağlayabilir mi?" diye sordu. " Böyle bir büyü var ama malzemelerini bulmak bir insan için bir ömür demektir. Ve aslında bu büyü bir zamanda yolculuk büyüsü değil bu bir kan büyüsü. Kızın buraya gelmesinin yanlış söylenmiş büyü sözleriyle alakası olduğunu sanmıyorum. Kan büyüleri çok güçlü büyülerdir. Buraya tesadüfen gelmiş olamaz sanırım kızın gerçekten ikinizden birisiyle arasında kan bağı var." dedi.
" Ama benim bu adamlarla aramda kan bağı olamaz ki benim yaşayan tek yakınım kuzenim Nick." hepsi bir anda kafasını bana çevirmişlerdi sanırım az önce sesli düşünmüştüm.
Hepsinin yüzünde anlayamadığım bir ifade vardı. Karşılarında duran giydiği uzun tişört şortunun boyunda olan ıslak saçlı berbat görünen salonlarının tepesinden bir portalla gelen kıza bakıyorlardı. Bende aynı şekilde bu adamlara bakıyordum. Sormam gereken o kadar çok şey vardı ki. Hangisinden başlamam gerektiğini bilemiyordum. Önceliği neden yaşamama izin verdikleri sorusuna bıraktım.
"Neden yaşamama izin verdiniz?" Uzun olan gözlerini gözlerinde sabitledi "Çünkü bizde Winchester'ız"
Duyduğum üç kelimeyle sarsılmam bir olmuştu. Şu anda son Winchester bendim. Bu adamlar ya yalan söylüyorlardı ya ben yanlış duyuyordum. " Bu imkansız son Winchester benim." dedim. Beynim zonkluyordu resmen. Anlayamıyordum ki geçmişe gelmiş olamam. Yani sanırım. Değil mi? Yok canım daha neler. Sarışın olan yüzümdeki merak ifadesini görünce konuşmaya başladı. "2014 yılında değil"
Duyduğum kelimeleri birleştiremiyordum. Mantıklı bir cümle kuramıyordum. Algılayamıyordum. Sendeleyerek kendimi sandalyeye bıraktım. Ağzımdan çıkan kelimeler "Bu imkansız" olmuştu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Supernatural / The Curse
FanfictionLucy yanlızca kuzenini bulmak istiyordu. Yaptığı büyü onu 2039 yılından 2014'e getirdi. Ama bunu o istememişti. O doğmadan önce ölen babası Sam Winchester pek de beklediği gibi olmamakla birlikte bir melek arkadaş da cabasıydı. Hayalindeki babasını...