Lise boyunca sadece zekâma güvenip ders çalışmama hatasını ben de yaptım. Kendimde gerekli motivasyonu bulamayışım, varmak istediğim bir hedefimin olmayışındandı. Varmak istediğim hedeflerin önüne engel koyulduğu için içsel bir tepki, sessiz bir çığlık hatta pasif bir isyan olarak görülebilirdi halim. Çalışmadım, umursamadım. İki sene dershaneye gittim geldim ama giden ayaklarım ve test kitaplarıyla dolup taşan sırt çantamın ağırlığından bükülen belimdi sadece. Derste dinleyip öğrendiğim kadarıyla herhangi bir dört yıllık üniversiteyi tutturacak kadar puan yapıyordum deneme sınavlarında.
Öyle de oldu. Biz 1988'liler olarak lanetlenmiş bir kuşaktık. Her sınav senemizde yeni sistem getiriliyordu yine lanet sapmadı. Gerçi hakkını yiyemem, önceden tek ÖSS sınavı iken ikiye bölünüp Lys ve Ygs'ye çevrilen yeni sınav sistemi benim şansım oldu. Aile baskısıyla mazbut bir hayat sürdürdüğüm ilk gençlik dönemim çokça kitap okumakla geçmişti. Ne bulursam okuyordum, gerilim, polisiye, aşk, tarih, edebiyat ve ciltlerce ansiklopedi... Dış dünyaya açılan en iyi pencereyi keşfetmiştim mecburen de olsa...
Evet, böyle de ilginç bir huyum vardı çocukluğumdan beri ansiklopedi okuma delisiydim ben. Evlerimizdeki vitrinler ve çok amaçlı bir mobilya çeşidi olan 'kütüphaneli' denen koltukların raflarında dizili duran Ana Britanicalar, Meydan Larousseler; Google amcanın henüz hayatımıza çöreklenmediği dönemde en sevdiğim bilgi edinme yoluydu. Tabi İl Halk kütüphanelerinden çıkarttığımız üyelik kartları sayesinde bolca kütüphane gezip binlerce çeşit kitap arasında dolaşmak, tabiri caizse kütüphane tozu yutmak ta vardı serde. Böylece iyi bir sözelci olarak sınavın ikinci bölümündeki edebiyat- sosyal sorularını neredeyse full çıkarttım.
Önce puanlar açıklandı; 400 üzerinden hesaplanan sistemde okul puanımla beraber 348 puan yaparak Türkiye sıralamasında ilk beş bine girmişim ve yüzdelik dilimim çok iyiydi. İstediğim her üniversitenin en iyi sözel bölümlerini yazabilecektim. Rehber öğretmenlerimle ve tabi ki her şeye karışan ailemle uzun uzun kafa patlatıp tercihlerimi yaptık. Yerleştirme sonuçları geldiğinde; nihai kaderim İstanbul Üniversitesi- Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi- Edebiyat Öğretmenliği olarak tayin oldu.
İstemeyerek hatta birazda bilinçsizce sürüklenerek girdiğim bu sosyal bilimci olma yolunda geldiğim noktanın beni bu denli sevindireceğini okula başlayınca anladım. Edebiyatı çok seviyormuşum meğer... Beyazıt'taki köklü fakültemiz, birbirinden ünlü ve değerli hocalarla bir ilim irfan yuvasıydı.
Kayıt olmak için babamla İstanbul'a gittiğimiz günü hiç unutamam. O zamanlar yeni öğrenci kayıtları Beyazıt'taki merkez kampüste yapılıyordu ve şansa bakın kayıt günü benim doğum günümdü. O meşhur tarihi kemerli büyük kapıyı görünce heyecandan bacaklarım titremeye ve olayı idrak etmeye başladım. Üniversiteli olmuştum, hem de İstanbul'da, hem de Beyazıt'ta okuyacaktım. Büyük tarihi kapıdan sarkıtılan dev afişte şöyle yazıyordu:
"Üniversiteye bu kapıdan girilir."
İç gıcıklayıcı ve azıcık popo kaldırıcı bir hoş geldin şekliydi. Ağlamaya başladım. Babamın bile gözleri dolmuştu ortamı görünce. O tabi hemen gözlerini kaçırıp kendini toparladı. İyi ki annem gelmemişti yoksa birlikte sarılıp zılgıt atarak ağlayabilirdik. Hiç hoş olmazdı sonuçta burası anaokulu değildi koca bir kampüstü.
Okul kaydımı yaptırdık, bankadan hesap açtık ve kalacağım yurt kaydına gittik. Bana devlet yurdu çıkmıştı. Oralarda birine sorduk, "Vezneciler kız yurdu nerede acaba? Hangi otobüse binmemiz gerekiyor?"
Tabi ki devlet yurdunda kalacaktım, aksi mümkün değildi. Küçücük kız tek başına ev tutamazdı, özel yurtlara ise babam asla güvenemezdi. Mis gibi katı kuralları olan, devlet denetiminde, giriş çıkış saatleri akşam 22:00'yi geçmeyen devlet yurdu varken ne gerek vardı başka arayışlara? Yurdun okula bir sokak mesafede olduğunu, otobüse filan binmeyeceğimi öğrenince hem şaşırdım, hem şaşkınlıktan olsa gerek önce üzüldüm. Tabi koca İstanbul kazan, ben kepçe olabilecekken burada da mı mahallecilikti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sana Gökyüzü Ismarladım - Tamamlandı
RomanceTesadüfler aşkı sever burada. 90'larda çocuk olan iki gencin masum bir bakışmadan, sonsuzluğa kanat çırpan sımsıcak hikayesinde, Leyla&Ömer içimizden birileri... Sosyal medya yok, yasaklar çok, kurallar katı, aile baskısı , abi şerri, mahalle kültü...