Istigrăk

125 3 0
                                    


Tasavvur et ki muzlim bir şeb-i ecrâm-nâpeydâ: 

Yatar heybetli âgûşunda dûrâdûr bir feyfâ; 

Düşen gümrâh için yol bulma yok emvâc-i zulmetten; 

Gidilmez... Her adim attikça bir girdâb olur rehzen; 

O rîkistâna batmiş, çalkanan seyyâh-i âvâre 

Nasil müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâkâre; 

Sana ey lem'a-i ümmîd ben de öyle müştâkim; 

Görün bir kerre zîrâ pek karanlik oldu âfâkim! 

Geçir pîş-i hayâlinden ki cûşâcûş bir umman: 

Nişandir yükselen her mevc-i tûfan-hîzi bir dağdan; 

Ölüm var, kurtuluş yok sâhil-i imdâd uzaklarda; 

Demâdem rûh titrer korkudan donmuş dudaklarda. 

O coşkun unsurun savletleriyle uğraşan kimse, 

Nasıl eyler tehâlük bir kenâr-ı tesliyet görse 

Muhât-ı lücce-i ye's olduğum bir böyle hâlimde 

Senin tayfın da aynıyle o sâhildir hayâlimde. 

Düşün âvâre bir mâder ki: Evlâdından olsun dûr; 

Tahayyül eyle yâhud bir yetîm-i hânüman-mehcûr; 

O bedbahtın nasıl evlâdı hiç gitmezse yâdından; 

Nasıl çıkmazsa mâder, öksüzün bir dem fuâdından; 

Benim yâdım da, ey ârâm-ı can, yâd-ı güzînindir. 

Ne yapsam çünkü manzûrum, senin feyz -i mübînindir: 

Çemen emvâc-ı nûrundur, fidanlar yâl ü bâlindir: 

Sulardan akseden sûret cemâl-i lâyezâlindir. 

Hırâm-ı nâzenînindir o raksan mevceler cûda; 

Mutarrâ nükhetindir gizlenen ezhâr-ı hoş-bûda. 

Leyâlin sînesinde hâbe dalmış nâzenîn eshâr, 

Eder gîsûna yaslanmış cebîn-i pâkini ihtâr. 

Nigâhından saçılmış lem'alardır pîş-i hayrette 

Yüzen ecrâm-ı nûrânûr bahr-i sermediyyette. 

Zemin lebrîz-i âsârın; semâ pâmâl-i envârın: 

Avâlim hep merâyâ-yı nazar pîrâ-yı dîdârın. 

*** 

Çekilmek istemiş de subh-dem bir cây-ı tenhâya, 

Oturmuş sâhil-i deryâya, dalmıştım temâşâya. 

Henüz âfâk açılmıştı: Semâ mahmûr idi hâttâ 

Nümâyân olmamıştı hâb-gâhından güneş hâlâ. 

Derin bir samte müstağrak leb-i deryâda hiç ses yok... 

Sabâ durgun, sular durgun, bütün eşyâda durgunluk! 

O ferş-i nîlgûn üstünde, tıfl-ı nâzenin-vâri, 

Uyurken dâye-i bîdar-ı subhun tıfl-ı envârı; 

Güneş, pîşinde dağlar perde-dâr olmuş, harîmindan 

Göıünmüş, sonra şehrâhında yükselmişti tedrîcen. 

Teâlî eyleyince birzaman bâlâ-yı kudrette, 

Ziyâlar mevc mevc oldu o pehnâ-yı rükûdette. 

Bu cûşişler o dagın havz-ı simîni uyandırdı; 

Sabâ enfâs-ı sevdâ perveriyle dalgalandırdı. 

Açıklardan gelen emvâc-ı peyderpeyle, sâhilden 

Demâdem oldu vecd-efzâ, hazin bir nağme, birşîven. 

Kulak verdim o âhenge: Meğer âheng-i şi'rinmiş! 

O cûşiş-zâr olan kulzüm senin ummân-ı fikrinmiş, 

Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûru: 

O menba'dan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru. 

Tecellî etti artık anladım: Sensin bütün dünyâ.. 

Bu senlikte fakat ey yâr-ı gaib, ben neyim âyâ? 

Mehmet Akif Ersoy'un şiirlerin'den derlemeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin