Gel, benim için değil,
Yemin ederim değil...
Başka bir konu var.¹***
Denizden giderek uzaklaşmamız burnuma dolan iyot kokusunu da beraberinde götürerek hepten kaybolmasına sebep olmuştu. Vapurdan inişimizin üzerinden geçen on dakika içerisinde Karaköy'ün ara sokaklarını keşfe çıkmıştık. Doğrusunu söylemek gerekirse daha önce-annemin derneği haricinde- herhangi bir yerini gezmediğim bu semte günün birinde bu şekilde geleceğimi hayal dahi etmemiştim. Ama nasıl olduysa an itibariyle buradaydım.Güneş tepedeki hakimiyetini sürdüredursun yaydığı ışıktan başka yeryüzüne bir etki göstermezken sıcaklığını kaybeden ellerimi birbirine sürttüm. Esasen daracık arnavut kaldırımında yürürken omzumun koluna çarpmasını ne o umursuyordu ne de ben. Elleri ceplerinde, duruşu da omuzları gibi dikti. Dışarıdan bakıldığında ilk göze çarpan özgüveni ve kendine has enerjisiydi bana göre. İkinci defa karşı karşıya gelsek bile onun hakkında edindiğim intibalarım ve tahminlerim vardı.
Bir de merak ettiklerim.
Eğer daha önce onunla konuşmamış olsaydım kibirli, ön yargılı ve kendini beğenmişin teki olduğunu düşünürdüm. Tabi bunda fiziksel özelliklerinin de katkısı büyük olurdu. İri cüssesi, keskin yüz hatları, kıvırcık saçları gibi belirgin fenotipi düşüncelerimi desteklerdi. Fark ettirmese de takındığı karakteristik tavırlar ise onun soğuk aynı zamanda güvenilmez bir tip olduğuna ayaküstü ikna ederdi beni.
Ama konuşmuştum. Görmüştüm. Az da olsa tanımıştım onu. Bütün bu ön yargıları baştan aşağı yok eden kelimeleri yan yana dizip aslında göründüğü gibi olmadığını bizzat kendi ağzıyla anlatmıştı bana. Benimle konuşmuştu. Kelimelerini esirgememişti benden. Oysa karşılığında ona verebileceğim hiçbir şeyim yoktu. Gözümde güveni canlandırabildiğim vakit güvenmiştim ona.
Bir nevi çağrıma kulak kabartmıştı.
Sonra bana öykünüp kendinden bahsetmiş, böylelikle ona olan merakımı kabartmıştı. Hayatımda ilk kez birine karşı bu kadar merak duymuştum. Belki de ben abartıyordum fakat benim lugatımda duyguların bile kuralları vardı. Az ve öz yaşanılan duygular saniyelik olmalıydı. Göstermeden, belirsizce.
Somurtmak bende kazanılmış bağışıklıktı.
Dudaklarım, sanki hayali parmaklarla yanaklarımdan dürtülmüş gibi iki yana kıvrıldı.
"İşte burası." Bir adım gerimde kaldığında olduğum yerde duraksadım. Arkamı dönüp önce yüzüne sonra ise gözleriyle işaret ettiği yere baktım.
Gri taşlarla örülmüş, üst üste beş katmandan oluşan bina gözümün önünde minicik oluverdi bir anda. Kırmızı tabelanın üzerinde yazan harflerin birleşiminden meydana gelen tümce tebessümümü genişletmeye yetmişti.
Beyoğlu Belediyesi Sanat Atölyesi
Beklemeksizin içeri girdiğimizde dış portrenin aksine cıvıl cıvıl bir iç mimari karşıladı bizi. Duvarları boydan boya kaplayan renkli mozaik taşlar, tavana gerilen gökyüzü desenli aydınlatma, zemindeki pürüssüzlük adeta gözlerimi kamaştırmıştı. Daha önce buraya gelmediğim için pişman olmayı bir kenara bırakarak danışma katından üst kata ulaşmak için gökkuşağına boyanmış merdivenleri tırmandık. Kalbimin gümbürtüsünü işitebiliyordum.
İkinci kat soft renklerden oluşan minyatür, oyuncak ve heykellerle tamamen donatılmıştı. Nereye baksam gözlerimi alamadığım bir şeyle karşılaşıyor ve yerimde kıpırtısızca dikilip çevremdeki yapıtları incelemeyi başlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-beni tanıdığında kalacak olan.
Teen FictionSeni sevdim. Titrek bakışlarını, saklama gereği duyduğun gülüşünü. Kızdığında çatılan kaşlarını. Şişko diye hayıflandığın yanaklarını. Şaşırdığında suratında oluşan o absürt ifadeyi. Kendini asla beğenmeyişini. Her gün içtiğin antidepresanı klozete...