2.4

46 10 39
                                    


Güzel günler çabuk geçer,
İçimiz hep hoşça kal ülkesi.¹

***


Tahminimden daha kısa süren hafta sonu kaçamağı'na yarım saat önce geldiğimiz doğa yürüyüşünden sonra son vermiş ve getirdiğimiz eşyaları toplayarak geri dönüş yoluna sapmıştık. Mümkün olsa bir gün daha kalmak isteyebilirdim fakat Murat'ın da belirttiği üzere çoktan öğlen olmuştu ve eğer şansımız varsa iki saatte İstanbul'a varırdık lakin şans söz konusu olunca bulunduğum her ortamın uğurunu silip süpüren bir şansemici olduğum apaçık bir gerçekti. Çünkü yolculuğumuzun kırkıncı dakikasında köprünün tam ortasında trafik tuzağına düşmüştük.

Öyle ki birkaç dakika önce Murat'ın sinirle kapattığı radyo şimdi canı sıkıldığı için açmaya çalışan Murat'ı daha da huzursuz etmişti.

Elindeki elmayı dilimlemeye çalışan Sahra'dan aldığım bıçakla çabucak böldüğüm dilimleri her birine uzatmamın ardından bana kalan parçayı bütün bütün ağzıma tıktım.

"Böyle olacağını biliyordum..." Diye söylenen şoför koltuğundaki Can'dan başkası değildi. En başından sabırsızlığını göstermiş Murat'ın itirazlarına rağmen direksiyon başına geçmeyi o istemişti. Ancak son yirmi dakikadır hayıflanmalarını dinliyorduk.

"Sana demiştim ben kullanayım diye."

"Hayır, yol resmen akmıyor. Bütün İstanbul şu saati beklemiş sanki yola çıkmak için. Anlamıyorum neden bu şehir bu kadar kalabalık?!"

Ağzımdaki lokmayı çiğneyip yuttuktan sonra derinden oflayıp kafamı koltuğun arkasına attım.

"Ah!"

Tüm gözler bana döndüğünde başımı tutup buruşturduğum yüzümü normale döndürdüm. Cidden acımıştı.

"İyi misin kuzum?"

Saçlarını balık sırtı modelinde örmeye çalışan Nilsu ve sepette başka meyve arayan Sahra'ya bakıp hafifçe gülümsedim.

Sanırım bu yolculuk süresince en çok eğlenen kişi Nilsu olmuştu.

"İyiyim iyiyim." diye mırıldansam da yeniden ofladım. Reflekslerimi kontrol altında tutmam giderek zorlaşıyordu.

Herhangi bir hasar tespit edemediğim kafamı birkaç dakika sonra Murat'ın ön koltuktan uzattığı kalpli yastığa koydum. Bu yol oflayıp puflamakla ya da haybeye söylenmekle geçmezdi. Ben de son çare olarak gözlerimi kapattım. Gidişte nasılsa şuan da öyleydim. Bezmiş ve sıkkın. Eve gidince ders çalışmam gerektiğini kendime tembihleyip yolun geri kalanını uyuyarak geçirdim.

›››

Saniyeler önce vedalaşarak kendimi dışarı attığım jeep hızla gözden kaybolduğunda çantamın derinliklerinden anahtarı olağanüstü çabamla çıkarıp kapıyı açtım ve can havliyle merdivenlerden çıkıp koridorun sonundaki odaya son bir gayretle girdim.

Sırt ve kol çantamı kapının eşiğine bırakıp bedenimi boylu boyunca yatağa serdikten sonra gözlerimi yumdum. Uykumu fazlasıyla almış olmama rağmen halsiz hissetmemin, düşündüğüm şeyin sinyalini vermemesini umarak doğruldum ve o an bir şeyin eksikliğini fena halde duyumsadım.

Üzgünüm Taha.

Kol çantama yapışıp gün yüzüne çıkardığım telefon sanki bana mesaj vermek istercesine buz gibiydi. Açmaya çalıştım fakat açılmadı. Tabii ya... Günümüz telefonları şarj etmeden ancak üç gün dayanabiliyordu. Oysa ne zamandır elime almamıştım bu teknolojik cismi.

-beni tanıdığında kalacak olan. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin