Bts, fake love
☯
Zamanında, aslında şimdi de, kalbimdeki koca boşluğu doldurabilmek için çok uğraşmıştım.
Kalbimin sevgiye olan açlığı bir canavar gibiydi ve zarar verdiği ilk şey de kendimdi. Defalarca ayna karşısında kendimle kavga etmeme neden olan bu açlık beni günden güne bitiriyordu. Etrafımdaki mutlu insanlara katlanmamı engelliyor, gülümseyen suratlara bakmaya dayanamıyordum. Aynı kendi mutsuz, aşağı doğru sarkıp duran, sürekli dolu dolu olan gözlerimi görmemeye dayanamadığım gibi.
Bu duygu ergenlik zamanlarımda katlanması daha zor bir açlıktı.
İnsanların beni sevebilmesi için farklı kişiliklere bürünüp durarak kendimden daha da uzaklaşıyor, bundan hem mutluluk duyuyor hem de bir o kadar hüzün içinde acı çekiyordum. İnsanlar beni olduğum kişiyle sevmeyecekti, bende ki bu güç onların gözünde korkulan bir canavar olmama neden olacaktı. Gücüm bir lanetti, etrafımdaki insanları benden uzaklaştırmak için vardı ve başta annem olmak üzere herkesi birer birer benden almıştı. Beni yalnızlaştırmıştı, korktuklarımı yaşar hale getirmişti. Bu yüzden kendim olamazdım çünkü kendim olduğumda insanların benden köşe bucak kaçtıklarını görmüştüm. Farklı kişilikler lazımdı, insanların seveceği masum, güler yüzlü biri olmam gerekiyordu. Her gece, yastığa başımı koyduğum an da yarına farklı ben ile uyanmayı ummuştum bu yüzden ama unuttuğum belki de farkına varmak istemediğim gerçek her sabah yüzüme defalarca çarpmıştı.
İnsan bir kez doğardı.
Bu gerçeği kavramam zaman almıştı. Ergenliğimin hırçın ve sevgiye aç kalbi bu gerçekle başa çıkacak kadar güçlü değildi ama zamanla, büyüdükçe ve etrafımı, dünyayı tanımaya başladıkça bunu öğrenmiştim. Öğrendiğimde ise beni bu acımasız dünyaya hapseden gücümü de hiçe saymıştım. O ve onun hakkındaki her şeyden uzaklaşmıştım. Ta ki o geceye kadar, o gece tekrar beni ensemden yakalamıştı. Tekrar beni bozguna uğratmıştı ama sanki bütün bunlara, katlandığım bu acılara ödül vermek isteyen Tanrı Jimin'i o geceki ışığım haline getirmişti. Tıpkı dün, ailemin fotoğrafını kaybettiğim sandığım zamanda onları bulup bana getirdiği gibi o gün de kalbimin ferahladığını hissetmiştim. Jimin, dün ferahlayan kalbimin ve sanki diğer günlerin yangınlarını söndürmek için çabalayan göz yaşlarımın nedenini sormadan omzunu bana birkaç saatliğine teslim ettiğinde ve bana sıcak bir kucaklaşma armağan ettiğinde o yıllarca durulmayan sevgi açlığım dinmiş gibiydi. Bir omuz, bir sıcak kucaklaşma... Yıllarca beni kandıran sıcak tebessümden daha fazlaydı.
Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslattıktan sonra "Nerede olduğu hakkında bir fikrim var," dediğimde dakikalardır konuşmamı bekleyen, salondaki büyük yemek masanın etrafına dağılmış, çocuklar bakışlarını dikkatle bana çevirmişti. "Düşük bir ihtimal ama eğer avcıdan kaçıyor ise gidebileceği tek yer orası olmalı- Yani, başına büyük bir bela almadığı sürece oraya asla gitmeyeceğini söylerdi." Kelimelerimi düzgün bir şekilde seçerek konuşmaya çalışsam da pek başarılı olduğum söylenemezdi çünkü gergindim. Eğer Jaehyun gerçekten oraya gitmiş ise büyük ihtimalle tehlikedeydi, nasıl bir tehlike olduğunu bilmiyordum ama Jaehyun'un söylediklerine göre tehlikenin büyüklüğünü tahmin etmem çokta zor olmuyordu.
Her şeye rağmen iyilik timsali bir insan olmaya çalıştığım yoktu ama ona borçluymuş gibi hissediyordum, yalnızlıktan kafayı yiyecek bana kısa süreliğine de olsa yoldaş olduğu için. Her ne kadar ona karşı olan güven duygumu ihanetiyle yıkmış olsa da ona inanmanın benim suçum olduğunu biliyordum.
"Oranın neresi olduğunu söyleyebilecek misin, artık?" Taehyung sıkılmış bir edayla konuşarak gözlerini devirmiş, kollarını göğsünde bağlayıp sandalyenin ön ayakları havaya kalkacak şekilde geriye doğru yaslanmıştı. Konuşmasıyla birlikte masanın altında tuttuğum ellerimde olan bakışlarım ona kaymıştı ve daha sonra Taehyung'a cevap veren Seokjin'e dönmüştüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I'll Defeat You ||ParkJimin
Fiksi Penggemar"Bu güç, bir hediye mi yoksa lanet mi?" • HayranKurgu/Fantastik