Bölüm 2; Ben Taehyung

410 43 52
                                    


"Evet!" diyor kocaman gülümsemesiyle odama giren spor hocam. Mükemmel bir ingilizcesi var. Otuzlarının başında, oldukça yakışıklı bir adam. Ve yanından ayırmadığı hasta bakıcılarının biriyle arasında bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Küt saçlı, mini mini bir kız. Yakışıyorlar da. "Antremana hazır mıyız Bay Jeon?"

Gülümseyerek başımı sallıyorum. Çünkü benim için çaba sarfediyor. Ben hariç, etrafımdaki herkes, benim için çabalıyor. Bacaklarımı yataktan sarkıtırken onun hazırlanmasını bekliyorum. Soğuk elleri çıplak ayaklarıma değdiğinde hafifçe irkiliyorum ve bu onu güldürüyor. Isınma hareketleriyle başlıyoruz ve ben daha şimdiden yorulduğumu hissediyorum. O ise hiç etkilenmeden "Biraz yürüyelim mi?" diye soruyor. Ve ben daha cevaplamadan beni belimden tuttuğu gibi kendiyle ayağa kaldırıyor. Burnuma dolan parfüm kokusunu hoş buluyorum. Ellerine değdiğimde irkilen ayaklarım, parkeyle buluştuğunda bir çocuk gibi tepinmek istiyor. Annesinin elinden çıkmak ve gördüğü ilk parka koşmak isteyen heyecanlı bir çocuk gibi için. Ah, içim! Bunun beyhude bir heves olduğunun bilincinde, sıkı sıkı tutunuyor karşısındaki adamın omuzlarına düşmemek için. Bırakırsa düşeceğini biliyor.

Onun yönlendirmesiyle adım adım ilerliyoruz kurulan düzeneğe. Ayaklarım parkeden farklı, fakat tandığı bu zemine temas eder etmez bedenim tanıdık hisle irkiliyor. İlk derslere göre daha iyi gittiğimi ve artık kolay kolay düşmeyeceğimi biliyorum. Ama zihnimin derinlerine yer edinmiş be kahpe korku bedenime aynı şekilde hissetmiyor. Sıkı sıkı tutunuyorum kenar demirliklere. Parmak boğumlarım beyazlıyor.

"Başlayalım." diyerek el çırpıyor hocam. Aldığım komutla bacaklarıma sinyal gönderiyorum. Nefeslerimi toparlamak adına soluklanırken, beni sabırla bekliyorlar. Çok hafif öne eğilirken ilk adımımı atıyorum ve düzenek aynı hafiflikle ayaklarımın altında kayıyor. Hemen arkamda olur da düşersem diye beni en az zararla kurtarmak adına bekleyen en az iki katım yapıda hasta bakıcım da benimle birlikte hareket ediyor. Önüme düşen gölgesini görüyorum.

"Çok iyi, Jeongguk. Devam et." Aldığım övgü bana işlemiyor. Yine de devam ediyorum. Dakikalar geçiyor, bana saatler gibi gelen. "Geçen sefer kaç yapmıştık, 17 dakika mı?" diye soruyor beni bölen hocam. Bu sırada kolundaki son üretim saate bakıyor. Geçen hafta almıştı. Bana yardımlarının karşılığını fazlasıyla alıyor olmalıydı. "Geçiyoruz Jeongguk!" diye bağırıyor neşeyle. "Tam beş dakika öndeyiz. Bu harika!" Neşesi bana bulaşıyor. Memnun bir şekilde gülümsüyorum.

Bu sırada kapım hafif bir tıklamayla aralanıyor ve içeri Jimin giriyor. Hemen arkasından da yabancı olan bir silüet. Dün bahsettiği kuzeni olduğunu düşünüyorum. "Hey, selam!" diye karşılıyor beni arkadaşım. Cevap vermek istesem de ağzımı açamıyorum. "Seni yeniden ayakta görüyor olmak harika!" Dolan gözlerini bana belli etmemeye çalışarak siliyor. Dudaklarında büyük bir tebessüm hakim. "Benden uzun olduğuna bile üzülmüyorum artık." Bu söylediği arkasındaki yabancıyı güldürüyor ve ben ona bakarken göz göze geliyoruz. Bu sırada Jimin minik adımlarla yanıma geliyor ve yüzünü deyim yerindeyse ağzımın içine sokuyor. Ama bir türlü gözlerimi yabancıdan çekip ona bakamıyorum. Jimin bakışlarımı takip ederek kuzenine ulaşıyor ve sanki burada olduğunu yeni hatırlar gibi elini alnına çarparak yanına gidiyor. Bu sefer bileğinden tuttuğu yabancıyı dibime sokuyor ve tanıtıyor. "Dün bahsettiğim kuzenim." Sonra yabancıya dönüyor. "Bu da okuldaki en yakın arkadaşım Jeongguk." Yabancı ağzını açarak "Merhaba." diyor. "Ben Taehyung. Memnun oldum Jeongguk." Ve benim tüm dünyam alt üst oluyor.

Geçen sene felsefik şeylere merak saldığım bir dönem, tıpkı deli gibi önüme gelen her kitabı okuyordum. Hızlı okuma yetim sayesinde ince kitaplar bir, daha kalınları iki günde bitiyordu. Ve ben bu sayede yüzlerce kitap okumuştum. Yüzlercesinden aklımda kalan ve şu an zihnimde canlanan tek isimse a priori. lidünyayı savunur eşsizleri reddederdi. Bozulmuş bir dengenin, düzeltilmeye çalışan, yine bozulmuş bir eşli sistemin baş kaldırısının hikayesini anlatıyordu. Bahsedilene göre insanlar ilk başta yaratıldıklarında, iki kişi tek bedende yer alıyormuş. Fakat savaş tanrısı Orakumi insanların bu formdayken neredeyse tanrılar kadar güçlü olduğunu savunuyor ve onları ayırma fikrini konseye sunuyor. Konseyde sadece Naamkahu ve dokuzuncu tanrı buna karşı çıkıyor. Yine de oy birliğiyle kabul ediliyor ve insanlar eşlerinden ayrılıyor. Ne var ki bir savaş ve strateji tanırısı Orakumi bununla yetinmeyip dünyadaki işlere de el atıyor. Eşleri ölen iki ülkenin hükümdarı -bir kadın ve bir erkek- evlenerek krallıklarını birleştiriyor. Amaçları daha güçlü bir hale gelip üçüncü ülkenin hükümdarını -ki bu eşlerinin katili oluyor- alaşağı etmek. Bu evlilikten doğan çocuk zamanın ilk ve tek pilheu'su (eşsiz) oluyor. Hayatı boyunca kimse tarafından sevilmiyor. Evlenmek istedikleri kişilerin eşlerini idam ettiriyor ve her türlü pisliği yapıyor. Tarihteki ilk savaşta böyle çıkıyor. Kitap bu bozulmuş düzeni eski haline getirmeye çalışan iki pilheu ve savaşını anlatıyor. O zamanlar bu kitabı okurken fazlasıyla etkilenmiştim. Eşler birbirini bulup sonrasında eşlendiğinde -ki bu da oldukça romantik bir şekilde gerçekleşiyordu, yüzük parmaklarının iç kısımlarına bir kesik atarak kanlarıyla yemin ediyorlardı ve eşlenme tamamlandığında birbirlerine dokundukları ilk yerde bahar çiçekleri açıyordu-

Florebo Quocumque Ferar | taekook Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin