Kadın Kimdir ?
Dinlerin çoğu ilk Günahı Havva'ya yüklemiş ve Havva'dan hareketle bütün kadınları cinsellik ve günahla özdeşleştirmişlerdi. Erkeğin egemenliği altında ev için gerekli olandı.Erkek kutsal ve yüceydi. Çünkü, insan doğasının ne olduğunu ve insanın nasıl yaşamak istediğini kendi özgür iradesiyle belirleyeceğini söyleyen Adem Tanrının tek muhatabı olan insandı.
Kadın Ortaçağlar boyunca ve erken Rönesans'ta ya şeytanın giriş kapısı ya da İsa'nın gelini olarak ama daima erkeğe referansla tanımlanmıştı.Kadın olgusuna tarihsel olarak yaklaşan metinlerin büyük çoğunluğu eski toplumlarda kadının dönemin insanlık değerinin altında muamele gördüğünü belirtmektedir.Buna göre mesela eski Çin'de kadın insandan sayılmazdı. Hatta ona ad dahi takılmazdı. Eski Hindistan'da kadın felaketin habercisi sayılırdı. (Can,2008:18) Eski Roma ve İran imparatorluklarında kadının insan olup olmadığı dahi tartışılırdı.(Canan, 1977:443)
Klasik Yahudi literatüründe her gün sabah ibadetinde okunan duada "Rabbim, beni kadın yaratmadığın için sana şükürler olsun!" denilmektedir. (Okiç, 1981:7) Eski Hristiyan metinlerinde de "erkek" olanın tercih edildiğine dair ifadeler bulmak oldukça kolaydır. Pavlus'a göre erkek kadın için değil kadın erkek için yaratılmıştır ve bu sebeple kadınlar rabbe bağlı olduğu gibi kocalarına da bağlı olmalıdır. (Okiç, 1981:7) Hristiyanlıkta kadının görevi çocuk doğurmak ve onu en iyi şekilde yetiştirmektir. Hz Havva'nın Hz. Adem'i kandırdığı ve cennetten kovulmasına sebep olduğu için aşağılandığı ve bunun bedeli olarak acı çekmek ve çocuk doğurmakla cezalandırıldığı inancı da (Can, 2008:38-39) Hristiyan ilahiyatı tarafından üretilmiş bir düşünceye dayanmaktadır.
Eril ilk çağlardan bu yana gücü temsil eden karakteristikleri bünyesinde barındırırken, dişil daha ziyade erilden arta kalan zayıflıkları ve aczi taşımakla vazifelidir. Örneğin, Savaş Tanrısı Ares bir erkektir yani eril bir objedir; ''gücü'', ''görkemi'', ''acımasızlığı'' temsil eder. Oysa aşk ve güzellik tanrıçası olan Afrodit; cilveli, ''gönül alıcı'', ''sevgiyi'', ''sevişmeyi bilen'' ve ''zarafeti temsil eden'' gibi dişil ile özdeşleştirilen karakteristiklerdir. Güç erili temsil ederken, zayıflık dişile atfedilir; günümüzde kadın erkeğinin arkasında bu özellikleri yüzünden durmaktadır. Eğer ağlıyorsa bir insan ''kadın gibi'' olmakla ''suçlanır.'' Oysa bir kadın istediğini elde etmek için çabalıyorsa ''erkek gibi kadın'' olur toplumun gözünde. Hem bir yandan ''erkek gibi kadınlar'' övgü toplarken çevrelerinden ''kadın gibi erkekler'' dışlanıp, kovulurlar toplum tarafından. Özetle bir erkeğin kadın gibi görünüp hissetmesi utanılacak bir davranışken, bir kadının erkek gibi davranması alkış toplamaktadır. Tüm bu çelişkilerin temelinde yatan ise daha önce bahsettiğimiz yüzyıllardır süregelen eril ve dişil kavramlara atfedilen toplumsal cinsiyet rolleridir.
Hindistan Manusmriti'de kadın, erkek gibi özgür bir birey olarak değerlendirilmez.Kadın mutlak surette erkeğin himayesine muhtaçtır. "Babası onu çocukken, kocasıgençken, oğlu da yaşlılığında korur. Kadın bağımsız olmak için uygun değildir."(MS, IX, 3. )Kadının özgürlüğünün kısıtlanması ve bir erkeğin himayesinde bulunması sadecegençlik ya da çocukluk dönemiyle de sınırlı değildir. Yani yaşının büyümesi ya daçocuklarının olması bile onu bağımsız olmak için yeterli kılmaz. Manusmriti'ye görebütün kadınlar doğumdan ölümüne kadar kendisinden büyük veya küçük bir erkeğindenetiminde olmalıdır. Kadınların evlerinde dahi olsa hiçbir şeyi tek başınayapmasına izin verilmez. "Küçük bir kızken, gençken, ya da yaşlılığında, bir kadınkendi evinde dahi olsa hiçbir şeyi tamamen özgür olarak yapamaz. Bir kadınçocukken babasının, evlenince kocasının, yaşlanıp kocası öldüğü zaman ise oğlununkontrolünde olmalıdır. Bağımsız olmamalıdır." MS, V, 147, 148
Tarih boyunca kadına özgürce kendini gerçekleştirebilme, kısacası insan olma hakkı çok görülmüştür. Hareketsiz ve pasif bir varlık rolü kadına erkekler tarafından zorla kabul ettirilmiş, kadın kendini ''öteki'' olarak görmek zorunda kalmıştır. Kadın bir nesne olarak ''dondurulmaya''ve kendi içinde kısıtlılığa mahkum edilmeye çalışılmıştır. Çünkü onun aşkınlığı, olanaklar tasarlama yetisi, daima başka özsel bir bilinç, yani erkeğin bilinci tarafından aşılmıştır.(Romero, 1990: 127-128) Dolayısıyla kadınların tarihsel önemsizlikleri onların değerlerinin düşük olmasıyla değil, tarihsel önemsizliklerinin onları düşük değerli kalmaya mahkum etmesiyle ilintili olmuştur. (Beauvoir, 1993: 142)
Necla Arat, "Kadın Sorunu" adlı kitabında konuya yaklaşımını özetleyerek genel bir değerlendirme yapmaktadır. Ona göre İslamiyette kadın, görüldüğü gibi, Tanrının kullarına bir armağanı, bu yüzden de ikinci sınıf bir vatandaştır. Giderek vatandaş bile olmayıp bir"Meta"dır. Ancak iki kadın, bir erkeğe karşılık olabilir. İslam'da kadının ana erdemi itaattir.Başkaldıran kadın şiddetle cezalandırılacaktır, "itaatli, iffetli ve iyi bir meta olan kadın" ailede hoş tutulacak, hele doğurganlık oranı yüksekse belli bir saygı da kazanacaktır. Ama birer değer gibi gösterilen tüm bu olumsuz yanlar, kadının ekonomik ve siyasal köleliğini ortadan kaldırmaz. Ekonomik ve siyasal özgürlüğü olmayan kadın ise hiçbir anlamda özgür değildir.İşte bu nedenle, Cumhuriyete kadar olan dönem, kadın için bir baş eğme, suskunluk, ezilme,ölümden sonraki yaşamda cennet mutluluğuna kavuşma avuntusu içinde bekleme ve her yönden bir sömürülme dönemiydi. (Arat, 1980:67-68)
8 Mart'ın Dünya Kadınlar Günü olarak kutlanmasının, uluslararası düzeyde kabul gören bir hal alması 1970'lere rastlasa da, bu tarihe kaynaklık eden olay ve dünya kadınlarının ortak bir gün kutlama isteğinin gündeme gelişi 1800'lerin ortasını bulur. ABD'nin New York kentindeki bir tekstil fabrikasında çalışan işçi kadınlar, 1800'lü yılların ortalarından beri daha iyi çalışma koşulları, emeklerinin karşılığında hak ettikleri ücret ve daha iyi yaşam için mücadele vermekteydi. En sonunda, 8 Mart 1908 günü, haklarını alabilmek için son çare olarak greve giderler. Ancak patronlar bu greve zalim bir şekilde müdahale ederler. Greve giden kadınlar fabrika binasına kilitlenirler. Patronlar bu yolla grevin başka fabrikalara sıçramasını engellemek isterler. Ancak beklenmedik bir şey olur ve fabrika yanmaya başlar. Ne yazık ki yangından fabrikada bulunan kadın işçilerden çok azı kaçabilir ve yanan fabrikadan kaçmayı ve fabrikanın çevresine kurulmuş olan barikatları aşmayı başaramayan 129 kadın işçi yanarak ölür. Bu talihsiz olayın yaşanmasının ardından, yılında kentinde 2. Enternasyonale bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı'nda, önderlerinden , 8 Mart 1857'de tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın ''Dünya Kadınlar Günü'' olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
Türkiye'de ise, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında "Emekçi Kadınlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın olarak kutlanmaya başladı.
Bulunduğum coğrafya mı beni önemsemiyordu. Yoksa gerçekten önemsiz miydim bir kadın olarak. Nedendir ki tüm bu durumlara rest çekemeyişimi anlayamıyordum. Belki de sorun benim de kendimi önemsiz görmemdi. Kendimi önemseseydim sahiden bu durumlara katlanır mıydım bilmiyorum. Cesaretsiz miydim, olması gerekene mi uyuyordum, kendi hayatımı unutmuş gibiyim. Bir nevi hayatla flört tecavüzü yaşıyordum. Durumlar kötüleşmesin diye susuyordum. Neydi bu? Sahiden kendimi unuttuğumu fark etmeye başlıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Flört Tecavüzü
Misteri / ThrillerKalpleri kemiklekmiş, evrilememiş insan topluluğunun, cehaletin altında zihniyetleri ve dağların zirvelerinde kibirleriyle, susturmaya çalıştıkları aslında insan olan ama onların ifadeleriyle "insancıklar" olan bireyleri, ezerek güç göstergesinde...