Arkamdaki lanet adamın söylediklerine uymuştum. Dudaklarından çıkan kelimeleri fiile dönüştürmek için derin bir nefes almış, sancıyan vücudumun içine girip çıkarken gücümü toplamak istercesine kısa bir süre beklemiştim.
Sırtımı hafifçe dikleştirdim. Aralıklı bacaklarımın ortasındaki deliğimde hüküm süren penisin dayanılmaz vuruşlarını, öne doğru uzattığım kollarımdan tekini arkaya atıp onun göğsüne dokunarak yavaşlatmayı akıl edebildim.
Elim göğsüne değdiğinde, Kai dokunuşumla birlikte içimdeki vuruşlarını yavaşlattı, buğulanan gözlerimin görüntüsünü, kirpiklerimi hareket ettirerek düzelttim.
Yavaşça titreyen bacaklarımdan bir tanesini ileriye uzattım. Dizim, önümdeki merdivenin basamak girintisiyle buluştu, diğer dizimin de onu takip etmesine izin verdim. Aynı basamağın üzerine yerleşen dizlerimin ardından, içimden çıkan penisin sahibini hareketlerimi takip ederek tekrarladığını görmeden de olsa fark ettim.
Yeniden içime girerken “Teker, teker, yavaşça yap şunu!” diye hırladı. Arkamı ona dönmeden kafamı belli belirsizce sallayıp burnumu çektim.
Vuruşları hızını kaybedip, tutkusunu arttırmaya başlamıştı. Her bir basamağa, önce sağ dizimi yerleştiriyor, ayrılan kalçamla daha derinlere vurmasına neden oluyordum.
Sol dizimi de diğerinin yanına yerleştirirken, onun da arkamda beni takip edip, içime vururken bu şekilde rahatça peşimden ilerlemesiyle daha da fazla afallıyordum.
“Tüm merdivenleri bu şekilde tüketecek miyiz?” sorusu peltesi çıkan beynimde dönmeye başladığında, içimdeki vuruşların zihnimdeki soruya olumlu bir cevap vermesine hıçkırarak karşılamak istedim.
Ancak ağlayacak gücü dahi kendimde bulamıyor, sadece benden istenilen şeyi gerçekleştirmeye çalışıyordum.
**
Titreyen ve yaşlarla dolmuş kapalı gözlerime vuran sıcak nefesten hemen sonra, bacaklarımdan yavaşça aşağı süzülen yoğun sıcaklığa aldırmadan altımdaki yumuşaklığa odaklanmaya çalıştım.
Yatağın varlığıyla titrek bir nefes alıp, ciğerlerimi rahatlatırken yanımdaki çöküntüyü fark ettim. Bir de titrek, yorgun ve tükenmiş bedenime sarılan güçlü kolları…
“Kyungsoo…”
Tatlı bir sıcaklık etrafımı sararken, adımı duydum. Adımı mırıldanan o harika ses tınısın kulaklarımı okşamasına izin verdim. Üzerine tonlarca ağırlık yerleştirilen gözlerimi aralamaya çalıştım, ama başarısız oldum. Kirpiklerim birbirine zamkla yapıştırılmışçasına açılmakta zorlanırken sancıyan ciğerlerime armağan ettiğim o derin nefeslerden biraz daha verdim.
"Seni... Seviyorum..."
Kulağıma vuran o iki kelimenin verdiği mutlulukla iç geçirdim.
**
“Tabii ki beni seviyorsun!” diye mırıldandım ağzımın içinden, önümdeki manzaraya. Ablamla benim varlığıma aldırmadan sarmaş dolaş olan adama içimden en edepsiz küfürleri savuruyor, ağlamamak için kendimi sıkıyor, avucuma tüm gücümle batırdığım tırnakların sayesinde sancıyan tenimi umursamıyordum.
Yutkunmaya çalıştım. Ancak boğazıma, eteklerini toplayarak, alaylı bakışlarıyla yerleşmiş olan yumruyu mideme gönderememiştim. Yapamamıştım. Yapabileceğimi de sanmıyordum.
Yavaşça yerimden kalkmaya çalıştım. Ama bedenimde hüküm süren acıyla öylece kalmış ve acıyla tıslamıştım. Dişlerimin arasından çıkan sesimin beraberinde hıçkırıklarımı da sürüklemesini kendimi kasarak önledim.