Merhaba ilk bir duyuru yapmak istiyorum sonra hikayeyi okumaya başlayabilirsiniz. Ben sadece kitabı devam ettiriyorum. Sağolsun bir arkadaş beni kırmadı ve devam ettirmeme izin verdi. Ona teşekkür ediyorum. Şimdi okumaya başlayabilirsiniz.
Kokusunu solumaya başladığımda onun yüzü hala acıyla buruşmuş ve dudaklarından istemsiz inlemeler çıkıyordu. Yasemin'in koşar adım yanımıza geldiğini görünce Emir'in bizimle olmadığını yeni fark ediyordum. Yasemin ağlamaklı bir ifade ile çekinmeden Ahmet'in yüzünü iki avucunun arasına aldı. Korkuyla bana baktı.
"Ne oldu? İyi mi?" diye sordu.
Onun ellerinin Ahmet'e bu kadar kolay dokunabilmesi bir yana, bu lanet yere onun yüzünden geldiğimiz için de sinirlendim.
"O aptal Arsan yüzünden vuruldu!" diye tersledim öfkeyle.
Haksız sayılmazdım. Burada olmamız onun suçuydu. Yasemin'in ölen dedesi Çıkmaz'daki kıymetli arazilerden birini ona bırakmıştı, Ahmet'i vuran adam ise bu araziye takıntılıydı. Yasemin'in ailesi aynı adamın tehditlerlerinden korkmuş ve bu durumdan kurtulmak için Ahmet'ten yardım istemişti. Bunun sebebi Ahmet'in başarılı bir avukat olmasıydı ama bilmedikleri bir şey vardı. Ahmet dünya üzerindeki en inatçı insanlardan biriydi ve sahip olduğu şeyleri başkasıyla paylaşmamak için elinden gelen her şeyi yapardı. Bu şey bir kurşunun önüne atlamak olsa bile...
Suçlayan öfkeli cevabım yüzüne çarptığında, pişmanlıkla gözünden birkaç damla yaş düştü. Elleri Ahmet'in yüzünü okşarcasına hareket edince yutkunup başımı başka tarafa çevirdim. Ahmet çenesini onun parmaklarından kurtarmaya çalışır gibi başını salladı.
"İyiyim..." diyebildi mırıldanarak. Ama pek de iyi görünmüyordu. İleri doğru bir kaç adım atmaya çalıştığımda, ya Ahmet'in ağırlığı beni yorduğu için, ya da az önceki sevgi gösterisi yüzünden güçsüz dizlerim titredi. Ahmet başını dik tutmaya çalışıp "Polise haber vermeliyiz," dedi acı çekerek.
Yasemin bana döndü. "Siz içeri girdikten sonra nöbetçi adam geri dönmedi. Silah sesini de duyunca panikleyip az önce polisi aradım."
"Bu kadarını akıl etmen iyi olmuş," dedim şikayet eder gibi.
Üzüntüyla başını eğdi. Kendini suçlu hissetmesine üzülsem de başka bir şey söylemedim. Ciddi anlamda Ahmet'in şu anki halinden onu sorumlu tutuyordum. Ahmet'in arabasına doğru yürümeye çalışırken Emir'in beyaz spor arabası büyük bir gürültüyle önümüzde durdu. Camı indirip beklemeden konuştu.
"Juliet sen Ahmet'le arkaya bin. Sarı şeker sen de öne. Hızlı olun!"
Emir'in komutuyla beklemeden arabadaki yerimizi aldık. Ve araba, son kapı kapandığı an uzaya fırlatılan bir roket gibi toz kaldırarak hareketlendi. Ahmet'in başı kucağımda sağa sola yalpalanırken omzundaki kan elbiseme bulaşacak kadar hızlı akıyordu. Emir'in aceleyle sardığı bez, tampon görevi görmeyi çoktan bırakmış sayılırdı. Yaraya bakarak kaşlarımı çattım.
"Emir neden bu kadar çok kan akıyor? Normal mi?"
Dikiz aynasından bana bakarken yüzündeki ifade hoşuma gitmedi. Arabanın hızını gram azaltmadan konuştu.
"Ahmet'in vücudunu yan çevirip, yaralı omzunun kalp seviyesinden yukarıda olduğuna emin ol."
Sesindeki tını beni endişelendirse de dediğini yapmaya çalıştım. Otoban kenarındaki lambalar Ahmet'in yüzüne vurdukça endişem daha da arttı. Kısa bir zaman geçmesine rağmen neden böylesine halsiz ve renksiz görünüyordu ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elmalı turta
General Fiction"Bu; kanatlarını arkasında bırakmış kelebeğin değişim hikayesi."