1

3.7K 203 122
                                    

Küçük Tom hayatın zorluklarını küçük yaşta öğrenmek zorunda kalmıştı. Annesi o doğarken ölmüş ve sadece onun ismini koyabilecek kadar yaşamıştı. Babasından ise hiç bir haber yoktu.

Yetimhanedeki çocuklar her zaman umutla pencereden dışarıyı seyrederdi. Bir gün gerçek ailelerinin ya da ailesi olabilecek insanların gelip onları kurtarması umuduyla. Tom zümrüt yeşili gözleri, siyah saçlarıyla oldukça tatlı ve sevimli bir çocuktu. Onu evlat edinmek isteyen çoktu. Fakat Tom her seferinde huysuzluk çıkarıp istemediğini söyleyerek bir şekilde onları kaçırırdı çünkü Tom'un istediği koruyucu bir aile değildi, onun istediği kendi babasıydı. Umutla bir gün babasının gelip onu almasını bekliyordu.

Küçük Tom'un bu tavrı çoktan yaşı ilerlemiş ve artık hiç bir aile tarafından istenmeyen büyük çocukların sinirine dokunuyordu. Eğer onun buradaki hayatını cehenneme çevirirsek koruyucu aileleri bu kadar kolay reddetmemesi gerektiğini öğrenir diye düşündüler. İşte, o andan sonra Tom'un hayatı olması gerekenden daha zor olmaya başladı.

Yemekhanede yemek sırasında yemek aldıktan sonra ayağı hep başka çocukların ayaklarına dolaşıp yemeği yere dökülmeye başladı. İlk başta bu duruma bir anlam veremeyen çocuk, onların yüzündeki pis sırıtmayı gördükten sonra bunun bir kaza olmadığını anladı. Daha dikkatli yürümeyi ve yemeğine sahip çıkmayı öğrendi çünkü yemekler sınırlıydı. Kendi yemeğini döken çocuklara başka yemek verilmezdi. Aç kalmamak için bu durumla başa çıkmayı öğrenmeliydi.

Malesef gördüğü zorbalıklar zamanla azalmak yerine arttı. Hiç bir zaman evlatlık edinilmek istenilmeyen çocuklar hıncını ondan çıkarır oldu. Temizlik sırası ondayken az önce temizlediği yerler beş dakika sonra kirleniyor sonra cezaya kalıyordu. O etraftayken bardaklar ya da vazolar kırılıyor yine ceza alıyordu. Jacy'nin pembe tavşanının onun yatağının altından çıkması bardağı taşıran son damla olmuştu. Artık görevliler ve müdüre onu kötü çocuk bellemişti. Hiç bir alakası olmadığı olayların bile suçlusu o oluyordu. Bazen ceza olarak beş-on sopa yiyordu ellerine ya da akşam yemeği yiyemiyordu ama en kötüsü tavan arasına kilitlenmekti. Çatı katının hiç penceresi yoktu. Bu yüzden saatlerce oraya kilitlendiğinde zaman kavramını yitiriyordu. Saatlerce mi orada kalıyordu yoksa dakikalarca mı bilmiyordu.

Tom çoktan nefret etmeye başlamıştı. Oradaki çocuklardan, görevlilerden ve en çokta onu sürekli çatı katına kilitleyen müdüreden. Yine de her şeye rağmen onu evlat edinmek isteyen aileler vardı. Fakat müdüre onun kötü ününü ailelere anlatır anlatmak vazgeçiyorlardı. Sevimli yüzü kötü şöhretini geçemiyordu. Diğer çocuklar her seferinde Tom'un reddedilişinden saditçe zevk alırken bu durum Tom'un işine geliyordu çünkü o babasını beklemekten vazgeçmemişti.

Tom'un altıncı yaşındaki noelde yetimhanedeki işkence günleri başlayalı neredeyse bir yıl olmuştu. Bir hayırsever noel için yetimhaneye oyuncak bağışında bulunmuştu. Tom onun içinde bir paket bulunduğunu gördüğünde çok sevinmişti. Bu onun aldığı ilk hediyeydi. Sevinçle paketi açtı. İçinden bir oyuncak tren lokomatifi çıkmıştı. Müdüre oyuncakları dağıtıp, ayrıldığında Koca Sam ve çetesi etrafını sarmıştı. Ona Koca Sam diyorlardı çünkü on dört yaşına gelmesine rağmen kimse tarafından evlat edinilmediği için yetimhanenin en büyük ve en iri çocuğuydu. O bir kere bile istenmezken her zaman istenen Tom'dan en çok nefret eden kişi Sam'di.

"Küçük Tommy'e ne çıktı? Hani? Hani nerede?" dedi. Elindeki treni görmüş olmasına rağmen. Sonrasında Tom'u yere itti. Çarpmanın etkisiyle oyuncak Tom'un elinden düştü. Koca Sam oyuncağın üstüne bastı.

"Ah, üzgünüm Tom. O kadar küçüktü ki görememişim." dedi Koca Sam.

Tom nefret ve kinle Koca Sam'e baktı. Koca Sam ayağını kaldırdığında ise şaşırmıştı. Oyuncağı kırılmamıştı. Koca Sam sinirle ayağını havaya kaldırdı. Bu sefer daha sert basıp kıracağı kesindi. Tom hemen elini oyuncağın üstüne attı. O onun ilk hazinesiydi. Eğer ilk seferinde dayanıp kırılmadıysa bu sefer kimsenin onu kırmasına izin vermeyecekti. Koca Sam tüm gücüyle Tom'un eline bastı.

"Çek elini Tom." diye bağırdı Koca Sam.

Tom olumsuz anlamda kafasını salladı. Boyun eğmeyecekti.
Koca Sam sinirle tekrar bastı. Tekrar ve tekrar... Diğer çocuklar korkuyla bu dehşet sahneyi izliyordu. Kimse Koca Sam'e karşı çıkmaya cesaret edemezdi. Tom elinin altındaki oyuncağın kırıldığını eline batan parçalardan çoktan anlamıştı ama elini çekerse Sam kazanmış olacaktı. Onun kazanmasını istemiyordu.

"Eğer elini hiç koymasaydın şimdi canın yanmazdı. Bunu sen istedin Tommy." dedi Koca Sam. 

Onun inadını kıramayacağını anlayan Sam bu sefer eline basmak yerine karnına tekme atmaya başladı. Yeterli olduğuna karar verdikten sonra Sam Tom'un saçlarından tuttu ve Tom'un kafasını kaldırdı.

"Şimdi bana karşı çıkarsan başına ne geleceğini öğrendin mi?" diye sordu yüzünde pis bir sırıtmayla.

Sam pişmanlık, korku ve af dilenme görmeyi bekliyordu ama gördüğü şey bunlardan hiç biri değildi. Tom'un zümrüt yeşili gözleri koyulaşmıştı. O gözlerde kin, nefret ve intikam arzusu vardı.

Tom da onun canını yakmak istiyordu. Sadece biraz daha büyük olsaydı... Hayır! Büyük olmak çözüm değildi. Koca Sam'den sadece bir iki yaş küçük çocuklar vardı ama onlarda Sam'den korkuyorlardı. Onun ihtiyacı olan güçtü. Daha güçlü olsaydı, intikamını alabilirdi. O da Koca Sam'in canını yakabilirdi. Ah çok istiyordu. Koca Sam'in canını yakmak, tıpkı onun gibi onu yerlerde süründürmek, acıyla inletmek...
Canını yakmak istiyorum diye düşündü. Koca Sam'in canını yaktığını hayal etmeye başladı. O kadar çok istiyordu ki, o kadar çok odaklanmıştı ki onun canını yakabildiğini hayal etmeye, içinde bir şeylerin hareket etmeye başladığını hissetmedi bile.

Saniyeler sonra Koca Sam acıyla yerde kıvranmaya başladı. Koca Sam'in çığlıkları yurdu inletiyordu. Gerçekle hayali ayırt edemeyen Tom kahkahalarla gülmeye başladı. Bu dehşet verici sahne karşısında diğer çocuklar donup kalmıştı. Müdüre odaya gelip Sam'in yerde kıvrandığını ve Tom'un kahkahalarla güldüğünü görünce onu kolundan tuttuğu gibi çatı katına kilitledi.

Tom yine ceza aldığını biliyordu ama bu sefer umrunda değildi. Bu sefer başarmıştı. İntikamını almıştı. Sam'in canını yakmak istemiş ve yakmıştı. Artık kimseden korkmasına gerek yoktu. O güçlüydü.

Zaman geçiyordu ama kimse Tom'u çıkarmaya gelmiyordu. Ne zamandır buradaydı? Bir gün, bir saat, bir dakika yoksa bir hafta mı? Tom'un midesi büyük bir gürültüyle guruldadı. Kapı açıldığında aniden gelen ışıkla gözlerini kıstı. Gözleri sonunda ışığa alışınca karşısında müdüreyi gördü. O cadaloz kadından nefret ediyordu. Onu gördüğüne bu kadar sevineceği aklının ucundan bile geçmezdi. Tam çıkmak için harekete geçtiğinde kadın onu belinden tutup tekrar içeri itti. Görevlinin elinde tuttuğu yemek tepsisini alıp içeri koydu. Tom görevliyi daha yeni fark ediyordu.

"Zavallı Sam senin yüzünden hala revirde burada bir gün daha kalıp ne yaptığını iyice düşün." dedi ve müdüre kapıyı tekrar üzerine kilitledi.

Onu çıkarmak için değil, açıklıktan ölmemesi için sadece yemek vermeye gelmişti. Bir gün daha burada nasıl kalırdı? Daha da önemlisi nasıl yemek yiyecekti. Burada en ufak bir ışık parçası yoktu ki? Karnı tekrar guruldadı. Başka çaresi yoktu. El yordamıyla yemek tepsisini aradı. Kaşığı eline aldı ama çorba kasesini göremiyordu. Zifiri karanlıktı. Tahminen kaşığı kaseye götürdü. Eli kaseye çarpıp çorbanın birazını döktü. Son çare olarak çorba kasesini eline aldı ve başına dikledi.

Tom karanlık çatı katından çıktığında üç gün geçmişti ve sadece yarım kase çorbayla bir bardak su içmişti.
Tom artık kendini dokunulmaz hissediyordu. Karanlık odadan çıktığından beri yurttaki çocuklar ondan korkuyor ve uzak duruyordu. Artık kimse eskisi gibi onu rahatsız etmiyordu. Tom bir şeyi çok iyi öğrenmişti. Sam güçlü olduğu için ondan korkuyorlardı ve şimdi ondan korktukları için Tom güçlüydü. Güç korku demekti ve korku güç demekti.

Karanlığın Yükselişi [LORD VOLDEMORT]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin