Bir bahaneyle burada buhar olup, gökyüzüne doğru süzülmem gerekiyordu.Bu iri yarı dört adamın elinden anca böyle kurtulabilirdim.
" E şey işimiz bitti mi? Acilen lavaboya gitmem gerekiyor da!" Dedim yavaşça gözlerimi cehennem zebanisi kılıklı dörtlüden çektiğimde. " Git o zaman Su." Diye mırıldandı Süheyla hanım yanındaki ekiple birşeyleri tartışırken." Hani gelinliği çıkarsak mı artık diyorum. " Dedim hızla.
" Sen git gel, hem şimdi çıkartmaya kalkışmak epey zaman alır." Diyerek bana bir kaç saniye baktıktan sonra tekrar ekibine döndü. " Gidiyorum o zaman ben..." diye mırıldandım. " Git." Dedi Süheyla hanım, bıkın bir sesle.
Gelinliğin başına bir şey gelmesin diye hazine gibi koruyan bu topluluk, şimdi ise beni üzerimdeki milyonluk gelinlikle tek başına lavaboya gönderebiliyordu. Bu insanların aklı nasıl çalışıyordu diye düşüneceğim en son vakit bu vakitti.
Peşimdeki adamların beni bu kılıkta tanımayacaklarını düşünmek ancak aptallık olabilirdi. Zira bu kılık değişimi en fazla bana bilemedim beş altı dakikalık bir süre tanımaktan öteye geçemezdi.Bileğimdeki çiçekli yere kadar uzanan aksesuarları temkinli bir şekilde bileğimden sıyırıp, masanın üzerine bıraktım. Bu şeyler oldukça rahatsız ediciydi.
Vakit kaybetmeden hızlı adımlarla lavaboya doğru yürüdüm. Bir beladan kaçmak için başıma başka bir belaya sokma alışkanlığını derhal terk etmem gerekiyordu. Bu gelinlikle tüymem demek; al başına ikinci belayı demek oluyordu. Bu soruna derhal bir çare bulmam gereken şu vakitlerde lavabonun yanındaki pencere dikkatimi çekti. Otelin arka cephesine açılan bu pencere beni bugün kurtarmaya yeter bir çıkış kapısıydı! Sadece bugün kurtarmaya....
Buradan öylece bu gelinlikle kaçarsam ancak bir gün ölmeyi geçiktirme şansı kazanacaktım. Bu pencereden çıkıp gitmek demek; gelinliğin başına herşey gelebilir anlamına geliyordu. Yani MİT başkanı öldürmese Hamit öldür demenin dolaylı yolu.
Ya senin başına bir şey gelirse Su?
Öncelik canan değil can olmalıydı. Bir gelinlik için adam öldürmezlerdi herhalde. Pencereyi açtım, zemin katta olduğu için normal şartlarda hiç zorlanmadan atlayacağım bu yükseklik üzerimdeki gelinlikle beraber aşılması zorlu bir engel gibi görünüyordu.
Her masalda olduğu gibi bir kahramanın gelmesini bekleyemezdim. Zaten kahramanlar sadece prensesler için gelirdi. Ben prenses kılığına girmiş olsam da, gerçek bir prenses değildim. Prenses dublörünü ancak bir kahraman dublörü kurtarmaya gelirdi.
Ve o kahraman dublörü gökte arasam bulamayacağım yerde, birden yeryüzünde kendiliğinden belirivermişti.
Asla kahraman olmaya layık olmasa da, olmayan kahramanın yerine dublör olarak kullanılabilecek bir adam sesi hava tarafından kulağıma taşındı. Bu ses dün geceye göre biraz daha kalın, biraz daha tok ve biraz daha usturuplu olmasına rağmen tanınmayacak gibi değidi.
Bu ses kesinlikle Emir lavuğundan başkasına ait değildi.
Ve yanılmadığımı gösteren lacivert takım elbiseli görüntüsüyle beraber, sol elindeki telefonu kulağına götürmüş, sağ eli cebinde yer edinmişti.
Burada ne aradığını veya şanssızlığın arasında bir anda parlayıp gelmesini düşünmeyi es geçerek, yanımdan telefonun diğer ucundaki kişiyle konuşa konuşa geçmesine müsaade edemezdim.
Madem MİT başkanı onun yüzünden peşime takılmıştı, ilk onun mevta olması gerekiyordu.
" EMİR!" Diye bağırdım pencereden bedenimi sarkıtırken. Nedensiz yere mutlu olmuştum.
Bir anlığına durup arkasına bakacak gibi olsa da istifini bozmadan telefonla konuşmasına devam etti.
Tekrar bağırdım. " EMİR TANOĞLU! " dedim bu seferde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
-Yaban Çiçeği-
Teen Fiction#kalem 1 (16.08.2022) Ünlü iş adamı Hakan Tanoğlu, yirmi üç yıl sonra bir kızı olduğunu öğrenir ve ikiz yeğenleri; Demir ve Emir'i kızını bulması için Antalya'ya gönderir. Kuzenlerini bulmak için geldikleri bu şehirde onları bekleyen sürprizler var...