Zilin çalması ile yerimden kalkıp lavaboya attım kendimi. Büyük ihtimalle sınıfta kalsaydım Seonghwa yanıma gelecek ve neden ona baktığıma dair kışkırtıcı sorular soracaktı.
2 dakika sonra yüzümü yıkayıp lavabodan çıktım. Seonghwa tehlikesini atlattığımı düşünürken kapının önünde beni bekleyen Seonghwa ile karşılaşmayı beklemiyordum. Kollarını bağlamış bir şekilde duvara yaslanıyordu.
Kapıdan dışarı adımımı atmamla birlikte gözlerini bana çevirdi ve ani bir şekilde yanıma geldi. Hiçbir şey demeden başımda dikiliyordu. Benim bir şey dememi bekliyor gibi. Ki zaten benim konuşmamı bekliyordu.
O an söyleyebildiğim tek şeyi söyledim;
"N-ne yapıyorsun."
"Cevap vermeni bekliyorum."
Demesiyle birlikte bana ikim adım yaklaştı.
"Soru sorsaydın cevap verebilirdim" diye karşılık verdim ve aramızdaki mesafeden rahatsız olup iki adım geri çekildim.
Bunu fark edince kıkırdayıp aksime iki adım daha yaklaştı.
O yakına geldikçe ben uzaklaşıyordum, ben uzaklaştıkça o daha çok yakınlaşıyordu. Bu döngü arkamdaki duvara çarpınca son buldu.
Seonghwa hala sırıtarak bana bakıyordu ve yüzünü yüzüme doğru yakınlaştırdı. O anda koridorun ilerisinden "Jangmi!" diyerek birinin bana seslendiğini işittim.
Tanrım, Yeosang tam anlamıyla parıldıyordu. Yüzündeki sinir ve endişe karışımı bakışla cidden çekici gözüküyordu.
Seonghwa'nın gülüşü, Yeosang'ın sesini duyunca solmuştu. Ve yüzünü yüzümün hizasından çekti.
Yeosang hızlı adımlarla yanımıza gelince Seonghwa'nın ne zaman duvara yasladığını bilmediğim kolunu bir hışımla çekti ve gözleri beni buldu.
Ellerini kollarıma sararak beni yanına çekti.
"Seonghwa, aklını başına topla artık."
"Sinirlerimi bozuyorsun Yeosang."
Cidden bu durumda Seonghwa'nın açıklama yapması gerekirken bunu söylemesi çok saçmaydı. Ayrıca ne ara aralarının bu kadar bozulduğunu bile bilmiyordum. Seonghwa okula daha yeni gelmişti.
Yeosang, Seonghwa'ya cevap vermeden, arkasından beni sürükleyerek alt kata inmeye başladı.
Bahçeye çıktığımızda beni kollarımdan tutarak kendisine bakmamı sağladı. Sinirden bir eser kalmamış ve endişeli bir şekilde gözlerime bakıyordu. Sanki ellerinin dokunduğu her yer alev alıyor, gözlerimiz her buluştuğunda gözlerim yanıyordu. Bu yüzden gözlerimi ondan çekip yere bakmaya başladım.
"Sana zarar verdi mi? İyisin değil mi?"
Sorduğu soruyla gözlerimi tekrar ona çevirdim.
"Hayır bana bir şey yapmadı. Ama sana zarar vermiş olmalı."
Yüz ifadesinden ne dediğimi anlamadığını anlamıştım. Anlamasını da beklemiyordum zaten.
"Neden birbirinizden nefret ediyorsunuz? Sana bir zararı mı oldu ya da önceden tanışıyorsunuz ve kötü bir geçmişiniz mi var?"
Sorumla gözlerini büyüterek bana baktı.
"Ne, hayır nereden çıkardın bunları. Sadece onu sevmiyorum."
"Sevmemen için bir sebep gerekmez mi?"
"Niye? Sen seviyor musun?"
Sorduğu sorunun ardından gözlerimin içine çok derin bakmaya başladı. Cevabımı deli gibi merak ediyor ama içinde tutmaya çalışıyor gibiydi.
"Ben böyle bir şey demedim? Neden merak ediyorsun?"
Tam ağzını açıp bir şey diyecekti ki çalan ders zili onu susturdu. Diyeceği şey hakkında hiçbir fikrim yoktu ama nedensizce duymak istemiyor gibiydim... veya korkuyor? O yüzden onu dinlememe kararı aldım.
"Üzgünüm gitmem gerek. Dersim matematik." dedim ve yanından ayrıldım.
Ellerini halla tuttuğu kollarımdan ayırdım ve arkamı dönerek yürümeye başladım.
Orada kıpırdamadan hala beni izlediğine adım gibi emindim.