dokuz//ben sana mecburum

343 54 34
                                    

medya,, lewis capaldi//someone you loved

    Bir ortamda ki bunun nasıl bir ortam olduğu fark etmiyor, farklı olan her şey ve herkes önce göz hapsine, daha sonra duyurulmaya çalışılan fısıltılara ve sonunda büyük dedikodulara maruz kalıyor. Belki de dünyanın en başından beri var olan esas problem bu. Kimi zaman farklı ülkeden bir yabancı, kimi zaman bir Müslüman, kimi zaman bir eşcinsel, kimi zaman siyah tenli biri... Fark etmiyor. Farklı isen yadırganır ve yargılanırsın. Sanmıyorum ki bu yargılama hukuki olsun. Hoş hukuki olsa da adil olacağı anlamına gelmiyor ya bu, neyse.

Albay'ın kollarında uyuduğum gecenin sabahında kulağıma ulaşması istenen fısıltılar kulağıma ulaştığında, duyduklarımdan hiç hoşnut olmamıştım. Ama bu hoşnutsuzluk kendi şahsım hakkında laf edilmesinden dolayı değildi. Aksine ucu Albay'a dokunan bu dedikoduları o duymadan yok etmek istiyordum. Aynı zamanda kendime de kızgındım. Böyle bir dedikodunun çıkmasına imkân hazırlamıştım.

Hemşire, Sehun'un günlük bakımını yaptığında, kollarımın arasındaki Sehun ile balkona çıktım. Albay'ın odasındaki balkon karargâhın geniş avlusuna bakıyordu. Fazla öne çıkmadan balkonun ortasında durup üst düzey oldukları belli olan üç kişi ile konuşan Albay'a baktım.

Ellerinin belinin arkasında birleştirip ciddi bir ifade ile önündeki adamı dinliyordu. Dinlediği kişinin kim olduğunu bilmiyordum, yüzü bana dönük değildi. Zaten onu görmek istediğimi sanmıyordum. Benim bakışlarım görmek istediğim kişi üzerindeydi zaten.

Kollarımın arasında mutlulukla çırpınan Sehun'u biraz daha sıkı tutup dudaklarımda oluştuğunu hissettiğim gülümseme ile Albay'a, ona vuran güneşin aşikâr kıldığı gölgesine baktım. Gölgesinden bile onu gördüğümü sandım. Derken Albay beni fark etmişti. Bakışlarımız buluştuğunda, ciddi olan yüze ifadesi yumuşarken dudakları mükemmel gülümsemesi için kıvrıldı. Biraz önceki ciddi adam gitmiş, yerine yirmilerinin başında bir delikanlı gelmişti.

Albay, bana bakarken önündeki adam omzunun üzerinden balkona doğru bakış atmıştı. Kısacık bir bakıştı ama o bakışlardaki nefreti görmemek için kör olmak lâzımdı.

Sehun'u göğsüme yaslayıp bir adım geri çekildiğimde, Albay önündeki adama sert bir ifade ile bir şeyler söylemiş, sonra da görüş alanımdan çıkmışlardı.

Nedense hiç iyi şeyler hissetmiyordum.

***

Hislerim beni yanıltmadı.

Albay'ı balkonda izlediğim o günden sonra iki gün geçmişti ve her kantine inişimde insanlar garip bir ifade ile bana bakıyorlar, olduğum yerden uzaklaşıyorlardı. Neden böyle olduğunu hemşireden öğrenmiştim. Sehun ile ilgilenen hemşire ile birlikte Albay'ın odasına çıkarken sonunda sormuştum.

"Acaba neden herkes vebalıymışım gibi benden kaçıyor?"

Hemşire mahcup bakışlar ile bana bakmıştı. "Özür dilerim, Bay Kim. İnsanların ne ve nasıl konuşacağını kontrol etmek çok zor."

"Haklısınız ama nedenini hâlâ bilmiyorum. Söylemeyecek misiniz?"

"Aslında duymamanız sizin için daha iyi olabilir. Albay Jeon da bunu istemişti ama merak ediyorsanız söyleyeceğim."

Başımı sallayıp devam etmesini bekledim. "Sizin neden diğerleri gibi yatakhanede değil de Albay'ın odasında kaldığınızı konuşuyorlar." Bu beklediğim bir şeydi, doğrusu. "Ayrıca Albay ile yakın olduğunuza dair dedikodular da var." Ayaklarım yürümeyi kesmişti. Kaşlarım çatılmaya dönerken hemşire gözlerini kaçırdı.

Duende // TaeKook  ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin