sekiz//nazım hikmet

357 57 48
                                    


Medya,, billie eilish&khalid / lovely

    Uzaklardan geldiğini bildiğim ama ne kadar uzak oluğunu bilmediğim sesler, ait oldukları bombalar nasıl toprağa düşüyorsa öyle kulaklarıma düşüyor; ayakta dikildiğim bu balkonda beni, sonsuz bir titremeye mahkûm ediyorlardı. Hafif esen rüzgârın diken diken ettiği kollarımı bedenime sarıp vücudumdaki bu titremeyi yok etmek istedimse de ben, hiçbir zaman kendine yetebilen biri olmamıştım. Varlığımı dayayacak nedenlerim olmalıydı, kendime yetmediğim şu an beni sarıp sarmalayacak nedenler...

Neredeyse bir haftadır Albay'ın yanında kalıyordum ve ona ismi ile hitap edecek kadar cesur değildim. Aramızda bir sınır olmalıydı ve onun bana ismimle hitap etmesine rağmen benim onu 'Albay' olarak çağırmam, aramızdaki o sınırı koruyordu. İsmini Sehun koyduğumuz bebek ile birlikte onun odasında kalıyordum. Benim açımdan sorun değildi çünkü diğer yerleri, özellikle yaralıların kaldığı odaları görmüştüm ve burası şüphesiz en iyi yerdi. Yine de insanların konuşmaya başladıklarını ve dedikodu ettiklerini duymuştum. Benim için sorun değildi, cinsel eğilimlerimi saklamıyordum ama Albay'ın benim yüzümden zan altında kalacak olması, beni huzursuz ediyordu.

Burada olduğum süre boyunca, onun doğru düzgün dinlendiğini görememiştim. Sabahları erkenden çıkıyor, bazen üniformasını değiştirip tekrar gidiyor ve ertesi sabaha kadar gelmiyordu. Öğrendiğim kadarıyla sınırdaki hareketlilik tehlikeli bir boyuta ulaşmıştı ve Çin, dün sabah yayınladığı nota ile Amerika'ya savaş açtığını bildirmişti. Amerika, bizim müttefikimiz olduğu için-en azından öyle söylüyorlar-Çin bize de savaş açmış oluyordu ve bu durum bizi daha çok tehlikeye sokuyordu.

Albay, bana gündem ile ilgili bilgileri verirken oldukça ciddiydi ve çatılan kaşları yüzündeki kasların gerilmesine sebep olduğundan, oldukça yaşlı gözükmüştü.

"Zor olmalı."demiştim. Yemek yiyorduk.

"Ne?"diye sormuştu.

"Asker olmak. Ölümle omuz omuza olmak. Ölme riskin çok yüksek."

Gülmüştü. "Bunun mu zor olduğunu düşündün? Sana daha zor bir şey söyleyeyim mi?"

Merak etmiştim, neyin ölümden daha zor olduğunu. "Canlı dönmek."demişti bir müddet sonra. "Ölenlerden biri olmadığında, ölenlerin bıraktıklarına bakmak zorunda kalıyorsun. Bir komutan olarak bitmeyen her savaşta geriye acı kalıyor ve vicdanın da varsa, her savaşta ölmeyi diliyorsun."

Söylediği içimi sızlatmıştı. Kendine yetebilen biri olmayan ben, birine yetmek istemiştim nedense. "Canlı dönmeyi isteyecek birini ya da bir şeyi bırakmamışsın demek ki ardında. Öyle olsa, bencillik edip yaşamak isterdin."

Başını kaldırıp gözlerime bakmış, sessizce geçen dakikalar boyunca o bakışlar ile bana dokunmuştu. "Belki de." En sonunda bunu söylemişti.

Şimdi ise yine uzakta, belki de sınır karargâhındaydı. Yine ölmeyi düşünüyor muydu, bilmiyorum. Onun canlı dönmeyi isteyecek bir şeyi olsun istiyorum. Canlı dönmeyi dileyecek bir şeyi olsun istiyorum.

Balkonun bağlı olduğu tek odadaki yatağın üzerinde uyuyan Sehun'a baktım. Yaşlı bir kadın hemşire bizimle ilgilenmek ve Sehun'u doyurmak için beş kez yanımıza uğruyordu. Sehun, mışıl mışıl uyurken hemşire onun bakımını çoktan bitirmişti.

Balkonun kapısını kapatıp içeri girdim. Oda neredeyse soğumuştu, bu yüzden ısıtıcının derecesini arttırdım ve Sehun'un burnunun ucuna dokundum. Sıcaktı. Üşümemiş olmasına sevinmiştim. Üzerimdeki kalın hırkayı çıkarıp bebeğin yanına yatağa girdim ve küçük bedenini onu rahatsız etmemeye çalışarak göğsüme bastırdım.

Duende // TaeKook  ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin