altı//kavşakta

402 51 20
                                    


medya,, sofia karlberg - genie in a bottle


 "Namjoon! Sesimi duyuyor musun? Nam-Namjoon! Alo! ALO!"

Ve hat endişe dolu bir sessizliğe büründüğünde, birkaç dakika telefon kulağımda, öylece beklemiştim. Şakaklarımdan boynuma süzülen ter damlalarını hissediyor, yüreğim sanki ağzımda atıyordu. Boğazımdaki kuruluk yutkunurken canımı yakıyordu ama mutfağa gitmek için bir milim dahi kımıldarsam yere düşecekmişim gibi güçsüzleşmişti, dizlerim.

Kulağımda, Namjoon'un yardım isteyen sesi ve akabinde duyduğum patlama sesleri tüm canlılığı ile yankılanırken son iki haftayı tekrar hatırlamıştım.

General Wu Yi, savaşın patlak verdiğini söylemiş ve hepimize evlerimize gitmemiz uyarısında bulunmuştu. Namjoon ile ayrılmıştık. Evde yaşlı ve hasta bir annesi olduğu için İtaewon'a geri dönmesi gerekiyordu. Eğer istersem, onunla gelebileceğimi söylemiş olsa da evimde kalmak daha uygun gelmişti ya da savaşın bu kadar ciddi olacağını hiç düşünmemiştim. Çünkü insan, başına gelmedikçe durumun ne kadar vahim olduğunu anlamıyordu.

Bu zamana kadar savaşı hep televizyonlarda izlemiş ve acısını sosyal medya üzerinden yaşamış biri olarak, onu şimdi ensemde hissediyor olmak çok korkutucuydu. Ülkem, diğer ülkeler gibi savaşlara şahitlik etmiş, bazense soğuk savaş etkisinde yıllarca buz tutmuştu. Şimdi ise bunu bizzat ben yaşıyordum. Ve aklıma Orta Doğu gelmişti.

Savaşın sonsuza kadar süreceği hissi veren Orta Doğu'ya karşı hissettiğim tek duygu, acımaydı. Onlara üzülüyor, sosyal medya üzerinden savaşı destekleyenleri kötülüyor ve mazlumların sesini duyurmak için eylemlere katılıyordum. Tüm duyarlılığım, sosyal medya üzerinden işliyordu. İnternete bağlı bir duyarlılıktı, kısaca. Bazen de, bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyerek gözünü kapatmış bir maymun gibi hayata devam ediyor ama bir şeyi unutuyordum.

"Düşmanlık evrenseldir. Sana dokunmayan yılan söz konusu olamaz. Öyleyse açıkla bana, Tae, henüz doğmamış o bebeğin ne günahı vardı?"

Böyle demişti, annem. Henüz küçüktüm ve televizyon kanalı, katledilen bir aileyi gösteriyordu. Kadın hamileydi. Katliamı üstlenen grup ailenin kendileri aleyhine söylevde bulunduğunu iddia etmiş ve bunu geçerli bir neden olarak göstermişti. O zaman annemin bana sorduğu şuydu: "Henüz doğmamış ve harflerle tanışmamış bir cenin, nasıl aleyhe söylevde bulunur? Yılanın başını fırsatın varken ezmelisin, Taehyung. Düşman, düşmandır. Sana ekmek sundu diye onu dosttan sayamazsın. Nerden bileceksin sana sunduğu ekmeğin, zehir olmadığını?"

Zaman yine ve yine annemin haklı olduğunu gösteriyordu. İki hafta öncesine kadar evde, kitaplarımla vakit geçiriyor ve bugün ne yapsam acaba diye düşünüyordum. Şimdi ise bugün nasıl hayatta kalırım diye düşünüyorum.

Elimdeki telefon gürültüyle yere düştüğünde ancak uyanabilmiştim, düşüncelerimden. Yerdeki telefonu alıp tekrar Namjoon'u aramaya çalışsam da şebeke çekmiyor, telefon işlevsiz bir araca dönüşüyordu. İlk olarak internet sisteminde sıkıntı olmuş, bazı sitelere giremez olmuştuk. Sonra ise internet erişimi kesilmişti. Televizyon erişimi de kesilmeden önce duyduğum habere göre, ülkenin en büyük baz istasyonuna saldırı düzenlenmişti. Şimdi ise telefonun bile bir anlamı yoktu.

Evden çıkarken ne düşündüğümü bilmiyorum. Sadece, belki üşürüm diye yanıma bir ceket aldım. Ekim ayının sıcak günlerinden eser yok. Tüm şehir korkunç bir sessizliğe bürünmüş, geyik sinsice yaklaşan aslanı bekliyor. Neredeyse bir yıldır kullanmadığım gümüşi Picanto*, biraz kirlenmiş ve bakımsız olmasına rağmen hâlâ canavar gibi. Hannam'ın büyülü havası yok olmuş ve sokaklar oldukça boş.

Duende // TaeKook  ✔Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin