Vardığım yerin kapısında adımlarımı durdurduğumda sırtımı duvara doğru döndüm. Üstümdeki poların cebinden o son kalan sigaramı çıkarttım ve bir de çakmak tabii. Yine kızarmıştı ellerim, uyuşmuştu da. Hyung'umun verdiği mont her ne kadar sıcak tutsa da onu giymemiştim çünkü okulu benimkinden daha uzak olan arkadaşım Park Jimin'e vermiştim. Ben de Jimin'in polarını almıştım üzerime. O da işte böyle tüm soğuğu içime çekiyordu. Neyse, sigarayı dudaklarıma bıraktıktan sonra rüzgar esmesin diye bir elimle etrafını sarıp ateşin sönmesini engelledim. Sigaranın tutuşmasıyla çakmağı cebime yerleştirdim. Soğuktan olsa gerek aldığım derin, kesik kesik nefesimle gözlerimi yumdum ve başımı geriye atıp dumanı havaya karıştırdım.
Günlerden cumaydı, okuldan dönüyordum. Bir haftadır gelmediğim bu sahaf dükkanına yeniden uğramak istedim. Hem Hyung'umun verdiği kitapları da bitirmiştim. Onları geri iade etmeli, yerine yenilerini almalıydım. Babamın yazdığı kitapsa hâlâ bitmemişti, bitirememiştim. Sindirebildiğimce okuyordum. Günde ya bir sayfa, ya bir paragraf, ya bir satır, ya bir cümle. Öyle işte.
Bunları düşünürken çoktan sonuna geldiğim sigarayı yere fırlatıp dükkana girmek için arkamı döndüm. Tam o esnada kapı hızla açıldı ve Hyung o hiç görmediğim sinirli yüzüyle üstüme doğru gelmeye başladı. Bir hata yapıp yapmadığımı bilmiyordum fakat yüzündeki ifadeye bakılırsa onu gerçekten, gerçekten çok kızdırmıştım.
"Ne diye içtiğin zıkkımı sokağa atıyorsun? Üstelik benim dükkanımın önüne." dedi. Yutkundum. Tepki vermedim. Tepki vermeyişim cesaretlendirmiş olacak ki devam etti, devam ettikçe de içindeki tüm iyi şeyleri kaybettiğini zannettim, incindim. "Hem evim yok diyorsun, hem kaldığın yeri pisletiyorsun!"
"O-oh, dikkat etmemişim." dedim, eğildim. Hem soğuktan hem de mahcubiyetten titreyen parmaklarımla kaldırdım yerdeki izmariti. Dükkana geçip oradaki çöp kovasına attım. Arkamda kalan hyung da düz bir ifadeyle masasına oturdu. Hissettiğim mahçupluk yüzünden dudaklarımın içini kemire kemire yanına gittim ve çantamı sırtımdan indirip masaya yerleştirdim. "Bayım, Vante'nin kitaplarını bitirdim." İçindeki kitapları bir bir bıraktım. "Eğer başka ve-" ağzımın içinde gevelediğim hiçbir şeye aldırış etmeden, "dükkandaki tüm kitaplar güzel, seç ve yerine otur. Evine de götürme bir daha. Onlar buraya ait." diyerek kesti lafımı. Neden böyle davrandığını bilmesem de sakince uzaklaştım yanından. Raflara şöyle bir göz attım ama hiçbiri dikkatimi çekmedi ya da önerilmeden okumak istemedim. Dakikalarca içlerinden birini seçmeye çalıştım ve nihayet kitaplarla bakışmaktan sıkılıp elime ilk geçeni aldığımda hayal kırıklığına uğramamak için oracıkta dualar ettim. Neden bu kadar abarttığımı soracak olursanız eğer, istediğim hazzı alamazsam içimdeki okuma isteğinin öleceğini biliyordum. Bunun olmamasını umarak kendime bir alan seçtim ve burnumu çeke çeke seçtiğim sandalyeye yerleştim. Ne zaman soğuk bir ortamdan sıcak bir ortama geçsem burnum hep böyle akardı. Peçetem olmadığı için bir ara burnumu kolumla silmeyi aklıma kazıyıp sandalyeye iyice yayıldıktan sonra kitabın kapağını açtım. Etrafıma son kez bir göz atıp tekrar burnumu çekerken Hyung'un da tam karşısındaki duvara bakarak bir şeyler düşünüyor gibi takındığı ifadesine denk geldim ama durup bunu düşünmedim. Kafamı eğip işime devam ettim.
Dakikalarca o sıkıcı kitabı okudum, okuyormuş gibi yaptım. Kimi kandırdığımı da bilmiyordum. Bir cümle okuyor, sıkıcılığını sindirip bir sonraki cümleye devam ediyordum. Aslında kalkıp yeni bir tane seçebilirdim ama diyorum ya, önerilmeden okuduğum kitaplar genelde hayal kırıklığına uğratıyordu. Buraya oturduğumdan beri devamlı yaptığım gibi bacağımı sallayarak yerde bilinçsizce ritim tutmayı sürdürdüm. Arada bir ofluyor; herkesin bana baktığından bir haber, tüm dikkatleri üzerime çekiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
açan en güzel çiçektin gönlümde ✓
FanfictionSen kadar güzel kokan tüm çiçekleri mezarıma istiyorum.