biri var, onun kalbinden geçebilmeyi dilerdim, 9

15K 2.2K 1.6K
                                    

Bir iç çekiş daha meydana geldi. Bir hıçkırık daha koptu, çocuktan. Uyumamıştım. Nasıl uyurdum onun canı yanarken; üstelik en korktuğum şey, bana darılmış olma ihtimali varken. İçimde sırf bu yüzden bir huzursuzluk oluşmuştu ve ben bu huzursuzlukla, güneş doğana kadar onun dudaklarından firar eden hıçkırıklara şahitlik etmiştim. Eğer ağladığını bilmemi isteseydi, kendisini bu denli sıkmazdı ya zaten. Görmezlikten gelmek zorundaydım, zira ağladığını görmemi istemeyeceğine emindim. Bu yüzden epey bir süre uyuyormuş gibi yaptım. Lakin bir zaman sonra bu kadar ağlıyor oluşu canımı sıkınca, karnına sardığım kolumu gevşetip, ellerimi yüzüme götürüverdim. Uyandığımı düşünmesini sağladım zira ona, göz yaşlarını silebilmesi için zaman tanıyordum. Yüzümü ovaladığım süre zarfı boyunca, o da gizliden gizliye yaşlarını sildi. Sonrasında düzenli nefesler almaya çalışarak uyuyormuş gibi gözükmeye çalıştı.

"Çocuk? Uyuyor musun?" diye sordum. Evet uyuyan birisi için çokça saçma bir soruydu, üstelik bu saatte. Ancak uyanık olduğumu anlayabilmesi için yokluyormuş gibi yapmam gerekiyordu. Ses vermedi. "Seokjin?" dedim tekrardan. "Uyudun mu?" Sorumla birlikte üfledi. "Bayım," uykulu gibi konuşmaya çalışarak seslendi "uyanayım diye mi tepemde konuşuyorsunuz?"

Görmesede kafamı iki yana salladım. "Bilakis... uyuyup uyumadığını kontrol etmek istedim, bir ses duydum gibime gelmişti. Uyandırdığım için üzgünüm." Anladığını belli edercesine hımhımlandıktan sonra "siz de uyuyun haydi." dedi ve konuşmayı kesti. Ben de tekrar devriliverdim yanına. Göğsümü patpatladım. "Gel." dedim.

Arkası dönük olduğundan dolayı görmemişti "Hıh?" gibisinden mırıldandı ve bana doğru döndü. Tekrar göğsümü patpatladım. "Göğe bakalım." dedim. Evet yeni doğan güneşin, gökyüzünü turuncumsu mavimsi bir şölene çevirmesinden bahsediyordum. Yineledim söylediklerimi.

"Yüreğime yat, göğe bakalım."

Kırmadı beni ve geldi göğsüme; koydu başını, dikti gözlerini yukarıya. Benim tabii göğsüme o esnada bir bahar düşmüştü. Kuşlar geçti gökyüzünden, onların cıvıltısıyla başbaşa kaldık, başka bir ses de yoktu. Sakinledi, artık. Nefes alıp verişleri sıradanlaştı. Ağlamadı, yaşlar öylece kirpiklerinde asılı duruyordu ama iyi görünüyordu.

Sonra "Bayım..." dedi merakla. "Sevdiğiniz insan size yalan söylüyorsa ne yaparsınız?" Yüz ifadem, aldığım soruyla aniden değişti, "Yalan olduğuna emin isem, onunla konuşur, neden bunu yaptığını sorarım." dedim. Biraz durdu düşünür gibi. "Emin değilseniz?"

"Emin değilsem, ona itham etmeden önce sorarım. Sanırım?" bir keresinde Seokjin'e yargısız infaz yapmıştım ya, o günden sonra birini yalanla suçlamamıştım. Bu yüzden karşımdakini dinleyeceğimi söyledim. Belki sorunu benimleyse, böylelikle biz de aramızdaki şey her ney ise halledebilirdik. "Ne için sordun?"

"Ah, şey...Sevdiğim birisi," alt dudağını ısırıp serbest bıraktı "bana doğruyu söylüyor gibi gelmiyor. Büyüğüm olarak size danışmak istedim sadece." dedi. Göğsümde parmaklarıyla daireler çizmeye başladı ufak ufak. Sonra anlatmaya devam etti;

"Küçük bir kuş varmış ve bu küçük kuş, ebeveynleri olmadan tek başına uçmayı öğrenmiş. Hiç durmaksızın uçmaya başlamış. Uçuyormuş uçuyormuş uçuyormuş. Uçtukça kendini iyi hissediyormuş. Sonra bu küçük kuş, bir ağaça çarpıp yere düşmüş. Kanatları yaralanmış. Canı çok yanıyormuş ama onun tek düşüncesi bir daha uçamayacağı korkusuymuş. Çaresizce ağlamaya başlamış. O günden sonra küçük kuş, kanatlarından dolayı bir daha uçamamış.

Hayatı boyunca onu iyileştirmesi için birilerini beklemiş, ne kadar güçlü olsada kendi kendini iyileştirecek kadar güçlü değilmiş. Tek istediği uçmak olan bu kuş, hayatına küsmüş; bir daha ne bir hayal kurmuş ne başka bir şey. Sadece ölümünü beklemiş; çünkü hayatında yapmak istediği tek şeyi yapamıyorsa neden yaşasın?

açan en güzel çiçektin gönlümde ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin