Jeon, lüks villadan içeri adım attığında oldukça rahattı. Bu mekânı oldukça iyi tanıyordu, sayısız defa burada bulunmuştu ve aslında burada olmaktan oldukça zevk alıyordu. Zevk sahibi bir iç mimar tarafından döşenmişti villanın içerisi ve altın sarıları etrafa hakimdi. Kendini çok eski zamanlarda yaşayan bir asilzade gibi hissetmesine sebep oluyordu burası. Her şey oldukça değerliydi ve çoğu şey de antikaydı, çakma bir saray gibiydi resmen.
Bugün, her zamankinden daha az hizmetli vardı evde ve bunun sebebinin kendisi olduğunu biliyordu. Ne zaman gelse hizmetlilerin çoğu ya çoktan çıkmış, ya da çıkmak için hazırlanıyor olurlardı ve bu onu özel hissettirmiyor değildi. Gerçi, özel hissetmesi için böyle şeylere ihtiyacı yoktu. Zira, o zaten özel olduğunun oldukça farkındaydı.
Bedenini rahat kanepelerden birine attı ve bulunduğu yerde yayıldı. Jeon, hiçbir şekilde bir beyefendi olmayı beceremiyordu ve eski yıllarda yaşamış olsaydı bu çok büyük problem arzederdi, neyse ki iki binli yıllarda beyefendilik olunması gereken bir şeyden çok lütuftu. Mesela Kim Taehyung, o bir beyefendiydi ve Jeon bunun Tanrı'nın ona bir lütfu olduğundan çokça emindi. O kibarlığı, hiç şüphesiz bu yüzyıla ait değildi ve Jeon en çok da bunu seviyordu. Birbirlerinin zıttıydılar ve sahip oldukları şeylere çok yabancıydılar, belki de aralarındaki bitmek bilmez çekimin asıl sebebi buydu. Birbirlerini hayrete düşürecek kadar farklı olmalarıydı belki de.
Sonunda duyduğu ayak sesleriyle başını koltuktan kaldırarak gözlerini içeri giren bedene çevirmiş, ardından sırıtmıştı. Patronu buradayken böylesine gevşek bir şekilde oturuyor olması belki de hadsizlikti fakat Jeon'un had ile ilgili bildiği pek bir şey yoktu, bu yüzden duruşunu bozmadan Luciel'in ona doğru adımlayışını seyretti.
"Hoş geldin, Jeon."
Gözleri, küçük olanın bedeninde dolaştı bir süre. Jeongguk'un bacaklarını siyah, dar ve yırtık bir kot sarıyordu ve üzerinde de büyük beden, siyah bir tişört vardı. Kesinlikle nefes kesiciydi ve bunun giydikleriyle hiçbir alakası yoktu. Onunla ilgili olan her şey, müthiş derecede güzeldi ve bir insanın ona kapılmaması çok güç bir şeydi.
"Hoş buldum, Luciel."
Üzerinde hissettiği bakışlarla kıkırdamıştı keyifli bir şekilde. Bu olayı seviyordu. İlginin, beğeninin üzerinde olmasını oldukça seviyordu ve belki de bu yüzden Luciel'den nefret ediyor olmasına rağmen ona karşı bu kadar iyi rol yapabiliyordu. İçinde bulundukları durum oldukça tuhaftı zira Jeon, Luciel'in istediği kişileri yaptığı rollerle kandırmak gibi bir göreve sahipti fakat aslında en büyük rolü uzun bir süredir kendisine yapıyordu. Luciel, ne yazık ki henüz bu gerçeğin farkında değildi.
Luciel, Jeon'un hemen karşısındaki tekli koltuğa yerleşirken gözlerini zar zor onun sıkı uyluklarından çekerek yüzüne yönlendirmişti. Onu suçlayamazdınız, sürekli Jeon gibi bir insanla karşı karşıyayken kendine güç bela hakim olduğu için kimse onu suçlayamazdı.
Beyaz tenli, uyuşuk bir şekilde kanepeden kalktı ve birkaç adımda Luciel'e yaklaşarak bedenini kucağına bıraktı. Kendisi, patronunun ne istediğini çok iyi bilen bir adamdı ve tam olarak bu yüzden de en sevdiğiydi. Şimdi Jeon, Luciel'in bacaklarının üzerinde yan bir şekilde oturuyor, parmak uçlarını karşısındaki adamın boynunda dolaştırıyordu ağır ağır. Luciel ise kucağındaki bedeni kaçırmak istemiyormuş gibi kollarından birini ince bele sardı. Jeon, gülümseyerek gözlerini Luciel'in gözlerine çevirdi.
"Neden buradayım?"
Luciel, Jeon'u çağırırken hiçbir sebep belirtmemişti ve sadece gelmesini istediğini söylemiş, onu bir çırpıda ayağına kadar getirmişti. Çoğunlukla böyle yapardı Luciel, nasıl olsa Jeon onun için çalışan bir adamdı ve sebebi ne olursa olsun çağırıldığı zaman gelirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
my strange addiction ;; taekook
Fanfic"Bu işleri pek anlamam ama Taehyung, sana yemin ederim ki," sağ elini kaldırdı ve hafifçe esmere doğru yaklaştı. Parmaklarını siyah tutamlara daldırdı ve yavaşça sevdi onları. Taehyung, Jeon'un dokunuşlarını hissedebilmek adına bacaklarını birbirine...